30 Temmuz 2010 Cuma
Mike James: Başkanım Beni Al!
2005-06 sezonunda Toronto'daki süper performansı ve SLAM'de bir süre Güzin Abla'lık yapmasıyla akıllarda kalan Mike James, Utah Jazz için oynamak istediğini açıklamış. Serbest olan bir oyuncunun Utah'ta oynamak istediğini açıklaması başlı başına bir olay, ancak James'in 35 yaşında olması ve son 3 yılın 2'sinde doğru düzgün basketbol oynayamamış olması olaya biraz mantık katıyor.
Peki Utah'a gelirse ne olur? Çok önemli bir katkı olmaz Utah'a, muhtemelen yedek oyun kurucu olur. Takımın şu anki yedek oyun kurucusu Price'tan istatistik olarak daha iyi, Toronto günlerindeki gibi kendisini süperstar olarak görmeyeceğini de düşünürsek takıma faydalı olabilir. Takıma asıl faydası Detroit günlerinde Lindsay Hunter'la beraber çok iyi yaptığı(Rasheed Wallace bu ikiliyi "Pitbullar" olarak adlandırmıştı) agresif savunma olurdu, ancak o günlerinden fazlasıyla uzak gibi gözüküyor. Utah'a gelmek istemesi Sloan ona ne derse yapacağının bir göstergesi olabilir, zaten Jazz kadrosunda problem çıkaran kişiler barınamaz. Kendisine kısa ve az maaşlı bir kontrat verilerek herhangi bir sorunda takımdan kolayca kesilmesi sağlanarak denenebilir. Sorun çıkmazsa iyi bir yedek oyun kurucu olur, çıkarsa da muhtemelen NBA kariyerine nokta koyar.
Peki Utah'a gelirse ne olur? Çok önemli bir katkı olmaz Utah'a, muhtemelen yedek oyun kurucu olur. Takımın şu anki yedek oyun kurucusu Price'tan istatistik olarak daha iyi, Toronto günlerindeki gibi kendisini süperstar olarak görmeyeceğini de düşünürsek takıma faydalı olabilir. Takıma asıl faydası Detroit günlerinde Lindsay Hunter'la beraber çok iyi yaptığı(Rasheed Wallace bu ikiliyi "Pitbullar" olarak adlandırmıştı) agresif savunma olurdu, ancak o günlerinden fazlasıyla uzak gibi gözüküyor. Utah'a gelmek istemesi Sloan ona ne derse yapacağının bir göstergesi olabilir, zaten Jazz kadrosunda problem çıkaran kişiler barınamaz. Kendisine kısa ve az maaşlı bir kontrat verilerek herhangi bir sorunda takımdan kolayca kesilmesi sağlanarak denenebilir. Sorun çıkmazsa iyi bir yedek oyun kurucu olur, çıkarsa da muhtemelen NBA kariyerine nokta koyar.
Az Önemsenen Transferler #2
Eddie House Miami Heat'le 2 yıl/3.6 milyon dolarlık bir kontrat imzalamış. Miami'ye üçlük atabilme yeteneğinden dolayı çok yarayacak bir oyuncu. Mevkisinin oyun kurucu olarak gözüktüğüne bakmayın, oyun kurmakla çok alakası yok kendisinin, daha çok kısa bir SG gibi oynar. Bu yıl Wade ve LeBron sayesinde bolca boş şut imkanı bulup rakibi üçlükleriyle bezdirecektir, bence çok büyük olmasa da çok iyi bir transfer.
Von Wafer Boston Celtics'le 1 yıllığına anlaşmış. Takımdan ayrılan Tony Allen'ın yerini doldurması için alındı tahminen, ancak Allen'la o kadar da benzeşmiyorlar. Allen her topa atlayan, her maç elinden gelenin %110'unu ortaya koyan, hücumu vasat olsa da çok iyi savunması olan bir basketbolcu. Allen'ın aksine Wafer iyi bir skorer, ancak pek zeki olduğu söylenemez ve takım için oynayan bir oyuncu değil. Bahsettiğim kontenjanı zaten Nate Robinson dolduruyordu(Nate Wafer'a kıyasla çok daha iyi bir skorerdir), o yüzden Wafer'ın Boston'a uyum sağlaması biraz zor. Kontratın 1 yıllık ve 700 bin dolar civarında olduğunu düşünürsek herhangi bir sorun çıkarsa Celtics'in Wafer'dan kurtulması kolay olur, o yüzden çok da büyük bir risk yok.
Stephon Marbury, Shanxi Zhongyu Brave Dragons'la 3 yıllık kontrat imzaladı. NBA'i çok ilgilendiren bir haber değil, ancak eski bir NBA yıldızının haberi olarak bulunsun istedim. En son NBA'de Celtics kadrosunda şampiyonluk kovalarken görülen Marbury şimdi Çin Ligi'nin Chris Paul'u olmuş.(Hiçbir maçına denk gelmedim, sadece bulduğum istatistikler birbirine benziyor) Bu saatten sonra(Kontratı bittiğinde 36 yaşında olacak) NBA'e döneceğini sanmam, artık hedefi Çin Ligi'ni domine etmek ve Çin'de satılan forma sayısında Kobe Bryant'ı geçmek olacaktır.
Von Wafer Boston Celtics'le 1 yıllığına anlaşmış. Takımdan ayrılan Tony Allen'ın yerini doldurması için alındı tahminen, ancak Allen'la o kadar da benzeşmiyorlar. Allen her topa atlayan, her maç elinden gelenin %110'unu ortaya koyan, hücumu vasat olsa da çok iyi savunması olan bir basketbolcu. Allen'ın aksine Wafer iyi bir skorer, ancak pek zeki olduğu söylenemez ve takım için oynayan bir oyuncu değil. Bahsettiğim kontenjanı zaten Nate Robinson dolduruyordu(Nate Wafer'a kıyasla çok daha iyi bir skorerdir), o yüzden Wafer'ın Boston'a uyum sağlaması biraz zor. Kontratın 1 yıllık ve 700 bin dolar civarında olduğunu düşünürsek herhangi bir sorun çıkarsa Celtics'in Wafer'dan kurtulması kolay olur, o yüzden çok da büyük bir risk yok.
Stephon Marbury, Shanxi Zhongyu Brave Dragons'la 3 yıllık kontrat imzaladı. NBA'i çok ilgilendiren bir haber değil, ancak eski bir NBA yıldızının haberi olarak bulunsun istedim. En son NBA'de Celtics kadrosunda şampiyonluk kovalarken görülen Marbury şimdi Çin Ligi'nin Chris Paul'u olmuş.(Hiçbir maçına denk gelmedim, sadece bulduğum istatistikler birbirine benziyor) Bu saatten sonra(Kontratı bittiğinde 36 yaşında olacak) NBA'e döneceğini sanmam, artık hedefi Çin Ligi'ni domine etmek ve Çin'de satılan forma sayısında Kobe Bryant'ı geçmek olacaktır.
28 Temmuz 2010 Çarşamba
Yao Ming
Ayağındaki sakatlığı iyileşmezse basketbolu bırakacağını açıklamış. Ameliyatı yaklaşık 1 sene önce olduğunu düşünürsek, iyileşme konusunda hâlâ emin olmaması hiç hoş değil. Kontratının son senesi bu sene, bırakması konusunda kontrat açısından bir sıkıntı yok yani. NBA'deki son senelerini rahatça geçirmek istiyorsa milli takımı bırakmalı, yıllardır katıldığı milli takım kamplarının sonucu zaten geldiği durum. Yazlarını rahat geçirip dinlenebilirse son senelerin aksine(Son 5 yılda 1 kere yapabildi) 70+ maç çıkaracağı bir sezon geçirebilir. NBA'in en iyi pivotu Dwight Howard olabilir, ancak en yetenekli pivotu hâlâ Yao Ming. Umarım durumu sandığından iyidir de kendisini birkaç sene daha üst düzey seviyede izleyebiliriz.
25 Temmuz 2010 Pazar
Yaz Liginden 34 Milyon Dolara
1 yılda hayatı değişti Wesley Matthews'ın. 2009 NBA Draft'inde hiçbir takım seçme hakkını kendisi için kullanmadı. Yaz Ligi onun Avrupa veya NBDL'den önce NBA'e girmek için son şansıydı, bu şansı iyi kullanınca Utah Jazz kendisine bir yıllık kontrat önerdi. Bu hikayelerin sonu genelde NBDL veya Avrupa'da biter ancak Matthews'ın hikayesi biraz farklı.
Matthews'ı ilk olarak Chicago'yla oynanan hazırlık maçında dikkatimi çekti. Faydalı bir oyuncuya benziyordu, ancak bu sonuçta bir hazırlık maçıydı, NBA için bir ölçü değildi. Sezon başladığında bench'ten faydalı bir oyun sergiliyordu. İlk 2 maçında sayı atamadı, ancak sonra açıldı ve düzenli dakikaların da yardımıyla bench'ten skora katkı sağlayabilecek bir oyuncu oldu. Bu süreçte kendisi NBA'i takip edenler tarafından tanınmaya başlandı. Utah 2. Millsap'ini mi bulmuştu acaba?
Matthews için her şey Ronnie Brewer takas edildiğinde değişti. Brewer'ın gölgesinden kurtulan Matthews iyi savunması ve ceza şutlarıyla Jazz'in sezonu 5. sırada bitirmesinde yardımcı oldu. NBA'deki ilk sezonunda istatistikleri maç başına 24.7 dakikada 9.4 sayı 2.3 ribaund 1.5 asist'ti. Çok özel rakamlar olmayabilir, ancak takıma katkısı draft'te seçilmemiş bir çaylaktan beklenenin çok daha üzerindeydi. Play-off'larda aldığı süre çok daha arttı(36 dakika) kişisel olarak başarılı da oldu ancak Denver'ı geçen Utah geçen seneki gibi Lakers'a eleniyor, Matthews da geçen seneki Lakers gardları gibi Kobe'yi durduramıyordu.
Çok güzel bir sezonun ardından Matthews'ın kontratı bitmişti. Kendisi Restricted(Sınırlı) Free Agent'tı, yani başka bir takımla imzaladığı anlaşmanın aynısını Jazz vermeyi kabul ederse onu takımda tutabilecekti. Bunu yapmak için öncelikle kendisine bir Qualifying Offer vermeleri gerekiyordu. Qualifying Offer verildikten sonra Blazers Matthews'a bir kontrat önerdi. Blazers geçen sene aynısını Paul Millsap için yapmış, Jazz teklifi match ederek Millsap'i takımda tutmuştu. Blazers'ın teklifi 5 yıl için 34 milyon dolardı, ki bu da Jazz'in beklediğinden oldukça fazlaydı. Jazz teklifi match etmemeye karar verdi ve Matthews Blazers'ın oyuncusu oldu.
Matthews'ın Jazz'de bulduğu ilk 5 şansını Blazers'da bulması çok zor, muhtemelen SG/SF pozisyonunda yedek olacak. Blazers'ın Matthews için overpay yaptığı doğru, ancak süper zengin takım sahibi Paul Allen'ın bunu hiç umursadığını sanmıyorum. Matthews'ın da Blazers'la geçen seneki gibi oynaması zor olacaktır, ancak o da şu anda kazandığı parayı ve finansal olarak artık güvende olduğunu düşünüyordur sanırsam. Bir senede nereden nereye gelinebileceğini anlatan Matthews'ın hikayesi Amerikan Rüyası'na güzel bir örnek oluşturdu bence.
Matthews'ı ilk olarak Chicago'yla oynanan hazırlık maçında dikkatimi çekti. Faydalı bir oyuncuya benziyordu, ancak bu sonuçta bir hazırlık maçıydı, NBA için bir ölçü değildi. Sezon başladığında bench'ten faydalı bir oyun sergiliyordu. İlk 2 maçında sayı atamadı, ancak sonra açıldı ve düzenli dakikaların da yardımıyla bench'ten skora katkı sağlayabilecek bir oyuncu oldu. Bu süreçte kendisi NBA'i takip edenler tarafından tanınmaya başlandı. Utah 2. Millsap'ini mi bulmuştu acaba?
Matthews için her şey Ronnie Brewer takas edildiğinde değişti. Brewer'ın gölgesinden kurtulan Matthews iyi savunması ve ceza şutlarıyla Jazz'in sezonu 5. sırada bitirmesinde yardımcı oldu. NBA'deki ilk sezonunda istatistikleri maç başına 24.7 dakikada 9.4 sayı 2.3 ribaund 1.5 asist'ti. Çok özel rakamlar olmayabilir, ancak takıma katkısı draft'te seçilmemiş bir çaylaktan beklenenin çok daha üzerindeydi. Play-off'larda aldığı süre çok daha arttı(36 dakika) kişisel olarak başarılı da oldu ancak Denver'ı geçen Utah geçen seneki gibi Lakers'a eleniyor, Matthews da geçen seneki Lakers gardları gibi Kobe'yi durduramıyordu.
Çok güzel bir sezonun ardından Matthews'ın kontratı bitmişti. Kendisi Restricted(Sınırlı) Free Agent'tı, yani başka bir takımla imzaladığı anlaşmanın aynısını Jazz vermeyi kabul ederse onu takımda tutabilecekti. Bunu yapmak için öncelikle kendisine bir Qualifying Offer vermeleri gerekiyordu. Qualifying Offer verildikten sonra Blazers Matthews'a bir kontrat önerdi. Blazers geçen sene aynısını Paul Millsap için yapmış, Jazz teklifi match ederek Millsap'i takımda tutmuştu. Blazers'ın teklifi 5 yıl için 34 milyon dolardı, ki bu da Jazz'in beklediğinden oldukça fazlaydı. Jazz teklifi match etmemeye karar verdi ve Matthews Blazers'ın oyuncusu oldu.
Matthews'ın Jazz'de bulduğu ilk 5 şansını Blazers'da bulması çok zor, muhtemelen SG/SF pozisyonunda yedek olacak. Blazers'ın Matthews için overpay yaptığı doğru, ancak süper zengin takım sahibi Paul Allen'ın bunu hiç umursadığını sanmıyorum. Matthews'ın da Blazers'la geçen seneki gibi oynaması zor olacaktır, ancak o da şu anda kazandığı parayı ve finansal olarak artık güvende olduğunu düşünüyordur sanırsam. Bir senede nereden nereye gelinebileceğini anlatan Matthews'ın hikayesi Amerikan Rüyası'na güzel bir örnek oluşturdu bence.
24 Temmuz 2010 Cumartesi
Euroleague Grup Değerlendirmesi- D Grubu
Dün FB Ülker'in bulunduğu C grubunu değerlendirmiştik bugün ise bir başka temsilcimiz Efes Pilsen'in bulunduğu D grubunu değerlendireceğiz. Önce grubu bir hatırlayalım.
Euroleague D Grubu:CSKA Moskova,Panathinaikos,Power Electronics Valencia,Efes Pilsen,Armani Jeans Milano,Union Olimpija
Grubu genel olarak değerlendirecek olursak bence Euroleague'in en zor grubu. Olimpija dışında hepsi çok iddaalı takımlar temsilcimizin işi zor olacaktır. Takımları teker teker değerlendirecek olursak:
CSKA Moskova: Avrupa'da son 10 yılın en başarılı takımı diyebiliriz. Bu sene bana göre Avrupa'nın en iyi koçu olan Partizan efsanesini yaratan Dusko Vujosevic'i getirdiler. Kadrosunu koruyan CSKA takımı Jamont Gordon ve Sergey Bykov'u alarak guard rotasyonunu güçlendirdi. Grubun Panathinaikos ile beraber favorisi CSKA takımı en önemli avantajı oturmuş sistemleri ve Dusko Vujosevic.
Panathinaikos: Avrupa basketbolunun en önemli takımlarından bir tanesi Panathinaikos. Koç Obradovic ile beraber müthiş bir takım haline gelen Panathinaikos bu sene geçen sene yaşanan felaketi unutturmak için herşeyi yapacaktır. Kadrosunu kısmen korudu Yoncalar ancak belkide Avrupa'nın en önemli uzunu olan Nikola Pekovic'i kaybettiler yerine Aleks Maric'in geleceği söyleniyor ancak daha ortada kesin birşey yok. Siena'dan Romain Sato'yu transfer eden Yoncalar Nicholas'ın ve Diamantidis'in sözleşmelerini uzatırken guard rotasyonunun en önemli ismi Spanoulis'i ezeli rakipler Olimpiakos'a kaptırdılar. CSKA Moskova ile bu grubun favorisi,en büyük avantajları ise yıllardır birlikte oynamaları ve tecrübeleri.
Power Electronics Valencia: Son Eurocup şampiyonu Valencia ama geçen seneye oranla daha değişik bir kadroları var. Geçen seneki koçları Spahija'yı FB Ülker'e kaptırdılar ve en önemli oyuncularından Kosta Perovic'i Barcelona'ya yolladılar. Perovic yerine ünlü Litvanyalı pivot Javtokas ile anşalan Valencia guard mevkiini Malaga'dan Omar Cook ile güçlendirdi. Tehlikeli bir takımlar Efes Pilsen ile 3.lük için yarışacaklarını düşünüyorum.
Efes Pilsen: Temsilcimiz son 2 sezondur Ergin Ataman yönetiminde Euroleague'de büyük hayal kırıklığı yaşadı ve bu senenin sonunda koçu gönderme kararı aldı. Yerine Cibona Zagreb'în koçu Perasovic'i getiren temsilcimiz Mario Kasun,Preston Shumpert ve Charles Smith ile yollarını ayrıma kararı aldı ayrıca Türk rotasyonundan Kaya Peker'i de en önemli rakibi FB Ülker'e kaptırdı. Bu oyuncuların yerine Maccabi'den Andrew Wisniewski,Zeleznik'ten Miroslav Raduljica,Türk Telekom'dan Erwin Dudley ve geçen sezonu İtalya'da geçirden Cenk Akyol ile anlaştı. Kuşkusuz transferler devam edecektir ancak Efes Pilsen'in son 2 senedir yaptığı hataları tekrarlamadığı ortada. Yeni bir sayfa açıyorlar ben başarılı olacaklarını düşünüyorum eğer takım olmayı başarabilirlerse ilk 2yi bile zorlayabilir temsilcimiz.
Armani Jeans Milano: Şuan transferin en suskun takımı herhangi bir hareketlilik yok. Kadrosunun çoğunu koruyan bir takım Milano ekibi. Açıkçası şuan için bir şey söylemek zor onlar için ama şuanki görüntüsüyle gruptan çıkmaları zor gözüküyor. Benim görüşüm ilk 4 takımın sıralamasını belirleyebilirler herhangi bir takıma takacakları çelmeyle.
Union Olimpija: Milano ekibi için söylediklerimizin aynısı geçerli transferde herhangi bir hareketlilik yok ancak gurubun en zayıf halkası gibi duruyorlar. Ancak Sloven ekolü bir takımı hafife almak doğru olmaz Ljubjana deplasmanı gruptaki her takım için zorlu bir deplasman olacaktır.
Euroleague D Grubu:CSKA Moskova,Panathinaikos,Power Electronics Valencia,Efes Pilsen,Armani Jeans Milano,Union Olimpija
Grubu genel olarak değerlendirecek olursak bence Euroleague'in en zor grubu. Olimpija dışında hepsi çok iddaalı takımlar temsilcimizin işi zor olacaktır. Takımları teker teker değerlendirecek olursak:
CSKA Moskova: Avrupa'da son 10 yılın en başarılı takımı diyebiliriz. Bu sene bana göre Avrupa'nın en iyi koçu olan Partizan efsanesini yaratan Dusko Vujosevic'i getirdiler. Kadrosunu koruyan CSKA takımı Jamont Gordon ve Sergey Bykov'u alarak guard rotasyonunu güçlendirdi. Grubun Panathinaikos ile beraber favorisi CSKA takımı en önemli avantajı oturmuş sistemleri ve Dusko Vujosevic.
Panathinaikos: Avrupa basketbolunun en önemli takımlarından bir tanesi Panathinaikos. Koç Obradovic ile beraber müthiş bir takım haline gelen Panathinaikos bu sene geçen sene yaşanan felaketi unutturmak için herşeyi yapacaktır. Kadrosunu kısmen korudu Yoncalar ancak belkide Avrupa'nın en önemli uzunu olan Nikola Pekovic'i kaybettiler yerine Aleks Maric'in geleceği söyleniyor ancak daha ortada kesin birşey yok. Siena'dan Romain Sato'yu transfer eden Yoncalar Nicholas'ın ve Diamantidis'in sözleşmelerini uzatırken guard rotasyonunun en önemli ismi Spanoulis'i ezeli rakipler Olimpiakos'a kaptırdılar. CSKA Moskova ile bu grubun favorisi,en büyük avantajları ise yıllardır birlikte oynamaları ve tecrübeleri.
Power Electronics Valencia: Son Eurocup şampiyonu Valencia ama geçen seneye oranla daha değişik bir kadroları var. Geçen seneki koçları Spahija'yı FB Ülker'e kaptırdılar ve en önemli oyuncularından Kosta Perovic'i Barcelona'ya yolladılar. Perovic yerine ünlü Litvanyalı pivot Javtokas ile anşalan Valencia guard mevkiini Malaga'dan Omar Cook ile güçlendirdi. Tehlikeli bir takımlar Efes Pilsen ile 3.lük için yarışacaklarını düşünüyorum.
Efes Pilsen: Temsilcimiz son 2 sezondur Ergin Ataman yönetiminde Euroleague'de büyük hayal kırıklığı yaşadı ve bu senenin sonunda koçu gönderme kararı aldı. Yerine Cibona Zagreb'în koçu Perasovic'i getiren temsilcimiz Mario Kasun,Preston Shumpert ve Charles Smith ile yollarını ayrıma kararı aldı ayrıca Türk rotasyonundan Kaya Peker'i de en önemli rakibi FB Ülker'e kaptırdı. Bu oyuncuların yerine Maccabi'den Andrew Wisniewski,Zeleznik'ten Miroslav Raduljica,Türk Telekom'dan Erwin Dudley ve geçen sezonu İtalya'da geçirden Cenk Akyol ile anlaştı. Kuşkusuz transferler devam edecektir ancak Efes Pilsen'in son 2 senedir yaptığı hataları tekrarlamadığı ortada. Yeni bir sayfa açıyorlar ben başarılı olacaklarını düşünüyorum eğer takım olmayı başarabilirlerse ilk 2yi bile zorlayabilir temsilcimiz.
Armani Jeans Milano: Şuan transferin en suskun takımı herhangi bir hareketlilik yok. Kadrosunun çoğunu koruyan bir takım Milano ekibi. Açıkçası şuan için bir şey söylemek zor onlar için ama şuanki görüntüsüyle gruptan çıkmaları zor gözüküyor. Benim görüşüm ilk 4 takımın sıralamasını belirleyebilirler herhangi bir takıma takacakları çelmeyle.
Union Olimpija: Milano ekibi için söylediklerimizin aynısı geçerli transferde herhangi bir hareketlilik yok ancak gurubun en zayıf halkası gibi duruyorlar. Ancak Sloven ekolü bir takımı hafife almak doğru olmaz Ljubjana deplasmanı gruptaki her takım için zorlu bir deplasman olacaktır.
Az Önemsenen Transferler
Matt Barnes Lakers'ta:
Matt Barnes'ın twitter'da söz ettiği Toronto anlaşması CBA kurallarına göre geçerli olmayacaktı, nitekim gerçekleşmedi zaten ve Barnes Lakers'la 2 yıl/3.6 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Lakers için faydalı oldu, Barnes her takımın kadrosunda isteyeceği bir oyuncu sonuçta. Gerektiğinde ceza şutlarını sokabilecek kadar şutu var, savunması yılda 1.8 milyon dolar alan bir oyuncu için fazlasıyla iyi, sahaya çıktığında da elinden gelenin hepsini ortaya koyacak bir oyuncu. Şampiyonluğu garantileyecek bir isim olmasa da Lakers'ı kesinlikle güçlendirdi. Olan Barnes'a oldu, NBA kariyerinde hâlâ düzgün para kazanabildiği bir kontratı yok.
Theo Ratliff Lakers'ta:
Lakers, Josh Powell'ın yerini doldurmak için Theo Ratliff'le 1 yıl/1.3 milyon dolarlığına(Veteran minimumu olduğu da söyleniyor anlaşmanın) anlaştı. Charlotte'ta geçen yıl aldığı dakikaları ve Portland'daki 4.4 blok ortalamasını görmeyeceğimizden eminim,(Bynum'ın durumu belli olmaz, en azından blok ortalamasından eminim) ki zaten Lakers bu transferi Bynum'ın sahada olmayacağı birkaç dakikada pota altını hâlâ korkutucu tutmak için yaptı. Ratliff Phil Jackson'la çalışacak olmaktan memnun gözüküyor, kendisinin her oyuncudan maksimum verim aldığını söylemiş.
Kurt Thomas Bulls'ta:
Uzun rotasyonunu bu sezon yaptığı transferlerle iyice güçlendiren Bulls son olarak Kurt Thomas'la anlaştı. Thomas'ın da çok fazla dakika alması beklenmiyor, ancak aldığı dakikalarda iyi savunması ve orta mesafe şutlarıyla Bulls'a katkı sağlayacaktır. Saha dışında da Ömer/Noah'a bir şeyler öğretebilirse takıma fazlasıyla faydalı olur.
Matt Barnes'ın twitter'da söz ettiği Toronto anlaşması CBA kurallarına göre geçerli olmayacaktı, nitekim gerçekleşmedi zaten ve Barnes Lakers'la 2 yıl/3.6 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Lakers için faydalı oldu, Barnes her takımın kadrosunda isteyeceği bir oyuncu sonuçta. Gerektiğinde ceza şutlarını sokabilecek kadar şutu var, savunması yılda 1.8 milyon dolar alan bir oyuncu için fazlasıyla iyi, sahaya çıktığında da elinden gelenin hepsini ortaya koyacak bir oyuncu. Şampiyonluğu garantileyecek bir isim olmasa da Lakers'ı kesinlikle güçlendirdi. Olan Barnes'a oldu, NBA kariyerinde hâlâ düzgün para kazanabildiği bir kontratı yok.
Theo Ratliff Lakers'ta:
Lakers, Josh Powell'ın yerini doldurmak için Theo Ratliff'le 1 yıl/1.3 milyon dolarlığına(Veteran minimumu olduğu da söyleniyor anlaşmanın) anlaştı. Charlotte'ta geçen yıl aldığı dakikaları ve Portland'daki 4.4 blok ortalamasını görmeyeceğimizden eminim,(Bynum'ın durumu belli olmaz, en azından blok ortalamasından eminim) ki zaten Lakers bu transferi Bynum'ın sahada olmayacağı birkaç dakikada pota altını hâlâ korkutucu tutmak için yaptı. Ratliff Phil Jackson'la çalışacak olmaktan memnun gözüküyor, kendisinin her oyuncudan maksimum verim aldığını söylemiş.
Kurt Thomas Bulls'ta:
Uzun rotasyonunu bu sezon yaptığı transferlerle iyice güçlendiren Bulls son olarak Kurt Thomas'la anlaştı. Thomas'ın da çok fazla dakika alması beklenmiyor, ancak aldığı dakikalarda iyi savunması ve orta mesafe şutlarıyla Bulls'a katkı sağlayacaktır. Saha dışında da Ömer/Noah'a bir şeyler öğretebilirse takıma fazlasıyla faydalı olur.
Al Jefferson ve Raja Bell Utah'ta
Aslında bayağı bir süre önce gerçekleşmiş bir transfer, ancak tatilden dolayı ancak şimdi yazabiliyorum.
Al Jefferson, Carlos Boozer takasından alınan TPE, Kosta Koufos ve 2 tane 1. tur draft hakkı karşılığında(Biri Ronnie Brewer takasında Memphis'ten aldıkları) Utah Jazz'e takas oldu. Al Jefferson'ın takımda kalmayacağı Minnesota'nın bu ölü sezonda takıma kazandırdığı uzunlardan belliydi,(Darko, Pekovic ve Beasley) Utah'ın da Boozer'dan sonra bir uzuna ihtiyacı vardı. Kısaca iki takıma da fayda sağlayan bir takas oldu.
Utah açısından bakarsak, Al Jefferson'ın Boozer gibi kesin bir mevkisi yok. Boozer'da belli süreler pivot oynadı gerçi, ancak Al Jefferson tüm sezonu hem pivot hem power forvet olarak geçirebilir. Mehmet Okur'un sakatlığı süresince pivot oynayacağı kesin, ancak ondan sonra Utah'ın uzun rotasyonu ilginç bir hal alacak. Mehmet Okur dönene kadar Millsap ilk 5 başlayacak, o süreçte göstereceği performans sonrası Mehmet'in takımdaki garanti yeri yok olabilir.
Jefferson şu ana kadar Deron Williams ayarında bir oyun kurucuyla oynamadı, özellikle hücum bazında bu ona çok fayda sağlayacaktır. Hücum olarak Boozer kadar yetenekli değil, ancak sayı ortalaması olarak düşüş yaşayacağını sanmıyorum. Geçen sene 1.8 asist yapmış maç başına, bu ortalama da Utah hücumunda yükselecektir. Savunma olarak istastikler fena değil,(Son 4 senedir blok ortalaması 1.3 ve üzerinde) ve karşılaştırıldığı oyuncu Boozer olunca doğal olarak savunma kalitesi yükseliyor. Boozer'dan daha çok yönlü, ve kontratı bayağı iyi.(3 sene boyunca yıllık sırayla 13/14/15 milyon dolar alacak) Sakatlık riski var, ancak Boozer'la kıyaslarsak(En azından motive olmamış Boozer'la) çok daha iyi durumda kendisi.
Jazz aynı zamanda kadrosuna Raja Bell'i de kattı. Utah, Bell'e 3 yıl için 10 milyon dolar ödeyecek. Bu da önemli bir transfer Jazz için, çünkü Bell savunması ve üçlüğüyle ünlü veteran bir SG olarak Utah'ın en büyük sorunlarından birinin çözümü aslında kağıt üzerinde. Kendisi muhtemelen Phoenix günlerindeki gibi maç başına 35+ dakika oynayamayacak, ancak özellikle play-off'larda tecrübesi ve savunmasından çok faydalanacak Utah. Geçen sene play-off'larda Kobe'yi savunmakta her zaman olduğu gibi çok zorlandı Jazz, bakalım bu sezon Bell'den bunu görebilecek miyiz.
Sonuç olarak, Jazz kendileri için felakete dönüşebilecek bir seneyi taraftarlarını şampiyonluk için uzaktan da olsa bir şans olduğuna inandıran bir seneye dönüştürdü. Kevin O'Connor'ı çok fazla büyük hamle yapmadığı için çok eleştirmişimdir, ancak şu anda takdir edilmesi lazım, kağıt üzerinde çok iyi bir iş başardı. Bakalım ne kadarı gerçeğe dönüşecek.
Al Jefferson, Carlos Boozer takasından alınan TPE, Kosta Koufos ve 2 tane 1. tur draft hakkı karşılığında(Biri Ronnie Brewer takasında Memphis'ten aldıkları) Utah Jazz'e takas oldu. Al Jefferson'ın takımda kalmayacağı Minnesota'nın bu ölü sezonda takıma kazandırdığı uzunlardan belliydi,(Darko, Pekovic ve Beasley) Utah'ın da Boozer'dan sonra bir uzuna ihtiyacı vardı. Kısaca iki takıma da fayda sağlayan bir takas oldu.
Utah açısından bakarsak, Al Jefferson'ın Boozer gibi kesin bir mevkisi yok. Boozer'da belli süreler pivot oynadı gerçi, ancak Al Jefferson tüm sezonu hem pivot hem power forvet olarak geçirebilir. Mehmet Okur'un sakatlığı süresince pivot oynayacağı kesin, ancak ondan sonra Utah'ın uzun rotasyonu ilginç bir hal alacak. Mehmet Okur dönene kadar Millsap ilk 5 başlayacak, o süreçte göstereceği performans sonrası Mehmet'in takımdaki garanti yeri yok olabilir.
Jefferson şu ana kadar Deron Williams ayarında bir oyun kurucuyla oynamadı, özellikle hücum bazında bu ona çok fayda sağlayacaktır. Hücum olarak Boozer kadar yetenekli değil, ancak sayı ortalaması olarak düşüş yaşayacağını sanmıyorum. Geçen sene 1.8 asist yapmış maç başına, bu ortalama da Utah hücumunda yükselecektir. Savunma olarak istastikler fena değil,(Son 4 senedir blok ortalaması 1.3 ve üzerinde) ve karşılaştırıldığı oyuncu Boozer olunca doğal olarak savunma kalitesi yükseliyor. Boozer'dan daha çok yönlü, ve kontratı bayağı iyi.(3 sene boyunca yıllık sırayla 13/14/15 milyon dolar alacak) Sakatlık riski var, ancak Boozer'la kıyaslarsak(En azından motive olmamış Boozer'la) çok daha iyi durumda kendisi.
Jazz aynı zamanda kadrosuna Raja Bell'i de kattı. Utah, Bell'e 3 yıl için 10 milyon dolar ödeyecek. Bu da önemli bir transfer Jazz için, çünkü Bell savunması ve üçlüğüyle ünlü veteran bir SG olarak Utah'ın en büyük sorunlarından birinin çözümü aslında kağıt üzerinde. Kendisi muhtemelen Phoenix günlerindeki gibi maç başına 35+ dakika oynayamayacak, ancak özellikle play-off'larda tecrübesi ve savunmasından çok faydalanacak Utah. Geçen sene play-off'larda Kobe'yi savunmakta her zaman olduğu gibi çok zorlandı Jazz, bakalım bu sezon Bell'den bunu görebilecek miyiz.
Sonuç olarak, Jazz kendileri için felakete dönüşebilecek bir seneyi taraftarlarını şampiyonluk için uzaktan da olsa bir şans olduğuna inandıran bir seneye dönüştürdü. Kevin O'Connor'ı çok fazla büyük hamle yapmadığı için çok eleştirmişimdir, ancak şu anda takdir edilmesi lazım, kağıt üzerinde çok iyi bir iş başardı. Bakalım ne kadarı gerçeğe dönüşecek.
23 Temmuz 2010 Cuma
Euroleague Grup Değerlendirmesi- C Grubu
Dünya Şampiyonası'na sayılı günler kala herkes heyecanla Milli Takımımızın ne yapacağını merakla bekliyor.Biz bu heyecandan biraz sıyrılıp Euroleague'de temsilcilerimizin gruplarına bir göz atalım dedik.A ve B gruplarında 6.takımlar elemelerden sonra belli olacağı için o grupların değerlendirmeleri sonra blogda yer alacaktır.Önce temsilcimiz FB Ülker'in bulunduğu C grubunu hatırlayalım sonra değerlendirmeye geçelim.
Euroleague C Grubu:Regal Barcelona,Montepaschi Siena,Fenerbahçe Ülker,Lietuvos Rytas,Cibona Zagreb ve Cholet Basket
Genel bir değerlendirme yapacak olursak Euroleague'de kolay grup yok ancak FB Ülker'in zor bir kura çektiğini söyleyebiliriz.Ancak bu sene yaptığı yatırımlarla kağıt üzerinde Barcelona'dan sonra ikinci en iyi takım olarak göze çarpıyor.Takımlara teker teker bakacak olursak:
Regal Barcelona:Son şampiyon kadrosunu korudu ve Power Electronics Valencia'dan Kosta Perovic'i kadrosuna kattı.En büyük avantajları takımı korumaları ve bir arada oynamaya alışık olmaları.Bu arada Ricky Rubio'nun 1 sene daha tecrübe kazandığını unutmayalım.Bence tek zayıf noktaları koç Xavi Pasqual
Montepaschi Siena:Bu sene çok radikal bir değişim içine girdiler.Geçen sene Rimantas Kaukenas'tan sonra bu sene yerine aldıkları David Hawkins'ten de istedikleri verimi alamadılar onun bu sene vereceği katkı çok kritik olacaktır.Takımın adeta beyni olan Terell McIntyre ve iyi bir sistem oyuncusu olan Romain Sato ile yollarını ayırdılar.Avantajları koç Pianigiani.
Fenerbahçe Ülker:FB Ülker bu sene kökten değişime gitti.Önce Tanjevic yerine Avrupa'nın saygın koçlarından Neven Spahija ile anlaştılar ve onun üstüne sportif direktör olarak bir efsaneyi Aydın Örs'ü getirdiler.İşe bu sene çok iyi katkı veren Roko Ukic'i takımda tutmakla başladılar ve üstüne Kaya Peker,Engin Atsür,Marko Tomas ve Darius Lavrinovic gibi çok önemli oyuncuları transfer ettiler.Eğer takım olmayı başarabilirlerse Siena'dan fazla 2.lik şansları olduğunun düşünüyorum.Bana göre en büyük avantajları Tanjevic'ten kurtulmaları.
Lietuvos Rytas:Son 2 senedir büyük değişim içine girdiler geçen sene önemli oyuncularını kaybettiler bu senede bana göre "Rytas ekolü" yaratan koç Kurtinaitis ile yollarını ilginç bir şekilde ayırma kararı aldılar.Transferde iki tanıdık oyuncu Beşiktaş'ta olay adam olan Brad Newley ve Cemal Nalga(Tufan mı desem bilemedim) ile anlaştılar.Bana göre bunlar Euroleague seviyesinde katkı veremezler ama ne olursa olsun bir ekol takımı Lietuvos Rytas ve her zaman zor bir deplasman olmuştur.Bana göre grup 2.sini Rytas ve Cibona deplasmanları belirleyecektir.Rytas ise bu grubu Cibona ve Cholet'nin önünde tamamlayacaktır.
Cibona Zagreb:Koç Perasovic'i Efes Pilsen'e en büyük yıldızları Marko Tomas'ı FB Ülker'e kaptıran Cibona Zagreb bu sene şu ana kadar herhangi bir yabancı transfer etmedi.Şuan kadro yetersiz gibi ama Cibona Zagreb'in son yıllardaki yabancı transfer başarısını göz önünde bulundurursak(Alan Anderson,Scoonie Penn) onlarda çok tehlikeli bir takımlar.Rytas gibi bir ekolü temsil ediyorlar.Zor bir deplasman olacaktır diğer takımlar için ama ben çıkma şanslarının olduğunu düşünmüyorum.
Cholet Basket:Geçen sene Erman Kunter yönetiminde büyük bir süprize imza atıp Fransa'da şampiyon oldu Cholet takımı.Açıkçası takım hakkında pek bir bilgim yok zaten bütçeleri kısıtlı olduğu için şu ana kadar daha bir transfer yapamadılar ama Erman Kunter ile yeniden anlaşmları onlar için büyük bir avantaj.Bana kalırsa Euroleague'e renk katarlar ama öteye gideceğini sanmıyorum.
Euroleague C Grubu:Regal Barcelona,Montepaschi Siena,Fenerbahçe Ülker,Lietuvos Rytas,Cibona Zagreb ve Cholet Basket
Genel bir değerlendirme yapacak olursak Euroleague'de kolay grup yok ancak FB Ülker'in zor bir kura çektiğini söyleyebiliriz.Ancak bu sene yaptığı yatırımlarla kağıt üzerinde Barcelona'dan sonra ikinci en iyi takım olarak göze çarpıyor.Takımlara teker teker bakacak olursak:
Regal Barcelona:Son şampiyon kadrosunu korudu ve Power Electronics Valencia'dan Kosta Perovic'i kadrosuna kattı.En büyük avantajları takımı korumaları ve bir arada oynamaya alışık olmaları.Bu arada Ricky Rubio'nun 1 sene daha tecrübe kazandığını unutmayalım.Bence tek zayıf noktaları koç Xavi Pasqual
Montepaschi Siena:Bu sene çok radikal bir değişim içine girdiler.Geçen sene Rimantas Kaukenas'tan sonra bu sene yerine aldıkları David Hawkins'ten de istedikleri verimi alamadılar onun bu sene vereceği katkı çok kritik olacaktır.Takımın adeta beyni olan Terell McIntyre ve iyi bir sistem oyuncusu olan Romain Sato ile yollarını ayırdılar.Avantajları koç Pianigiani.
Fenerbahçe Ülker:FB Ülker bu sene kökten değişime gitti.Önce Tanjevic yerine Avrupa'nın saygın koçlarından Neven Spahija ile anlaştılar ve onun üstüne sportif direktör olarak bir efsaneyi Aydın Örs'ü getirdiler.İşe bu sene çok iyi katkı veren Roko Ukic'i takımda tutmakla başladılar ve üstüne Kaya Peker,Engin Atsür,Marko Tomas ve Darius Lavrinovic gibi çok önemli oyuncuları transfer ettiler.Eğer takım olmayı başarabilirlerse Siena'dan fazla 2.lik şansları olduğunun düşünüyorum.Bana göre en büyük avantajları Tanjevic'ten kurtulmaları.
Lietuvos Rytas:Son 2 senedir büyük değişim içine girdiler geçen sene önemli oyuncularını kaybettiler bu senede bana göre "Rytas ekolü" yaratan koç Kurtinaitis ile yollarını ilginç bir şekilde ayırma kararı aldılar.Transferde iki tanıdık oyuncu Beşiktaş'ta olay adam olan Brad Newley ve Cemal Nalga(Tufan mı desem bilemedim) ile anlaştılar.Bana göre bunlar Euroleague seviyesinde katkı veremezler ama ne olursa olsun bir ekol takımı Lietuvos Rytas ve her zaman zor bir deplasman olmuştur.Bana göre grup 2.sini Rytas ve Cibona deplasmanları belirleyecektir.Rytas ise bu grubu Cibona ve Cholet'nin önünde tamamlayacaktır.
Cibona Zagreb:Koç Perasovic'i Efes Pilsen'e en büyük yıldızları Marko Tomas'ı FB Ülker'e kaptıran Cibona Zagreb bu sene şu ana kadar herhangi bir yabancı transfer etmedi.Şuan kadro yetersiz gibi ama Cibona Zagreb'in son yıllardaki yabancı transfer başarısını göz önünde bulundurursak(Alan Anderson,Scoonie Penn) onlarda çok tehlikeli bir takımlar.Rytas gibi bir ekolü temsil ediyorlar.Zor bir deplasman olacaktır diğer takımlar için ama ben çıkma şanslarının olduğunu düşünmüyorum.
Cholet Basket:Geçen sene Erman Kunter yönetiminde büyük bir süprize imza atıp Fransa'da şampiyon oldu Cholet takımı.Açıkçası takım hakkında pek bir bilgim yok zaten bütçeleri kısıtlı olduğu için şu ana kadar daha bir transfer yapamadılar ama Erman Kunter ile yeniden anlaşmları onlar için büyük bir avantaj.Bana kalırsa Euroleague'e renk katarlar ama öteye gideceğini sanmıyorum.
Krallıktan Koalisyona
LeBron James Miami'ye gitme kararı için çok eleştirildi. Kendisinin esas adam olarak kazanamayacağı söylendi, kolaya kaçmakla, kendi takımını bırakmakla suçlandı. Bana kalırsa LeBron James'in bu süreçteki tek hatası ESPN'de program yapıp Miami'ye gideceğini uluslararası televizyonda söylemesiydi, bu tamamen gereksiz bir davranış olmakla beraber kendisine çok zarar getirdi. Onun dışında yaptığı tamamen doğruydu, kendisine yeterli yardımın gelmediğini düşündü ve yasal olarak daha da az para alarak şampiyonluk şansı için Miami Heat'e gitti.
LeBron Cleveland'dayken kraldı. Belki takım sahibi değildi ancak takım sahibinden sonra en çok sözü geçen adamdı. Ne isterse yapılmaya çalışıldı, kendisine yardım getirebilmek için takımın cap durumu mahvedildi. Cleveland şehri(Halkı) hep arkasındaydı, en iyi anında da en kötü anında da yanında oldu. Her türlü başarıda en önde LeBron vardı, o bu şehrin ve takımın yüzüydü. Yaptığı hiçbir şeyden dolayı suçlanmadı, çünkü takımı zaten o noktaya kendisi taşımıştı. Şehrin gözünde statüsü Belediye Başkanı'nın çok üzerinde, Tanrı'nın da bir seviye altındaydı.
Miami'de işler pek öyle değil. Bu takımda esas adam belli, Miami'ye ilk şampiyonluğunu getirmiş Dwyane Wade. LeBron isterse takımın en iyi oyuncusu olsun, bu takım Wade'in takımı.(Benzer bir örneği 2008'deki Boston Celtics'te görmüştük, Garnett o takımın MVP'si olsa da takım Pierce'ındı) Öncelikle LeBron'ın bu gerçeği kabul etmesi lazım. "Seçilmiş kişi" dövmesine sahip birisinin esas adam olmayacağını kabul etmesi egosuna nasıl bir darbe vurur veya bunu başarabilir mi bilinmez ancak takımın başarılı olması için bunun gerçekleşmesi gerekiyor. Garnett Boston'a ilk geldiğinde bu durumu kabullenmişti, ve takım içinde hiçbir ego çatışması olmamıştı. Aynı şekilde Shaq/Kobe çatışmasının nasıl sonuçlandığını gördük.
Peki bu onun basketbol mirasını nasıl etkileyecek? LeBron Miami'deki her senesinde bir şampiyonluk kazansa bile Wade'in kendisinden 1 yüzük fazlası olacak. Eğer bu senelerde LeBron istatistik olarak Wade ve Bosh'a çok büyük bir fark atmazsa veya birkaç sene triple double ortalama tutturamazsa ismini Jordan'ın yanına yazması çok zor olur. Olası bir New York veya Cleveland başarısında esas adam olacaktı ve o şehrin tarihindeki en büyük oyuncu olacaktı.(Cleveland'da oynamış en büyük oyuncu zaten, fakat o şekilde ayrıldıktan sonra kendisine nasıl bakılacağı merak konusu) Bulls'a gitseydi Jordan'ın ardından şehre şampiyonluk getiren 2. süperstar olabilecekti, ancak bu sefer de Jordan'ın mirasının altında ezilme tehlikesi vardı. Kariyeri için en doğrusunu seçti aslında, ancak egosu ve mirasının bu durumdan nasıl etkileneceği konusunda sene sonunda bir fikrimiz olacak. Bakalım Miami taraftarı hariç herkesi kendine düşman etmesiyle sonuçlanan yüzük aşkı mutlu sonla mı bitecek.
LeBron Cleveland'dayken kraldı. Belki takım sahibi değildi ancak takım sahibinden sonra en çok sözü geçen adamdı. Ne isterse yapılmaya çalışıldı, kendisine yardım getirebilmek için takımın cap durumu mahvedildi. Cleveland şehri(Halkı) hep arkasındaydı, en iyi anında da en kötü anında da yanında oldu. Her türlü başarıda en önde LeBron vardı, o bu şehrin ve takımın yüzüydü. Yaptığı hiçbir şeyden dolayı suçlanmadı, çünkü takımı zaten o noktaya kendisi taşımıştı. Şehrin gözünde statüsü Belediye Başkanı'nın çok üzerinde, Tanrı'nın da bir seviye altındaydı.
Miami'de işler pek öyle değil. Bu takımda esas adam belli, Miami'ye ilk şampiyonluğunu getirmiş Dwyane Wade. LeBron isterse takımın en iyi oyuncusu olsun, bu takım Wade'in takımı.(Benzer bir örneği 2008'deki Boston Celtics'te görmüştük, Garnett o takımın MVP'si olsa da takım Pierce'ındı) Öncelikle LeBron'ın bu gerçeği kabul etmesi lazım. "Seçilmiş kişi" dövmesine sahip birisinin esas adam olmayacağını kabul etmesi egosuna nasıl bir darbe vurur veya bunu başarabilir mi bilinmez ancak takımın başarılı olması için bunun gerçekleşmesi gerekiyor. Garnett Boston'a ilk geldiğinde bu durumu kabullenmişti, ve takım içinde hiçbir ego çatışması olmamıştı. Aynı şekilde Shaq/Kobe çatışmasının nasıl sonuçlandığını gördük.
Peki bu onun basketbol mirasını nasıl etkileyecek? LeBron Miami'deki her senesinde bir şampiyonluk kazansa bile Wade'in kendisinden 1 yüzük fazlası olacak. Eğer bu senelerde LeBron istatistik olarak Wade ve Bosh'a çok büyük bir fark atmazsa veya birkaç sene triple double ortalama tutturamazsa ismini Jordan'ın yanına yazması çok zor olur. Olası bir New York veya Cleveland başarısında esas adam olacaktı ve o şehrin tarihindeki en büyük oyuncu olacaktı.(Cleveland'da oynamış en büyük oyuncu zaten, fakat o şekilde ayrıldıktan sonra kendisine nasıl bakılacağı merak konusu) Bulls'a gitseydi Jordan'ın ardından şehre şampiyonluk getiren 2. süperstar olabilecekti, ancak bu sefer de Jordan'ın mirasının altında ezilme tehlikesi vardı. Kariyeri için en doğrusunu seçti aslında, ancak egosu ve mirasının bu durumdan nasıl etkileneceği konusunda sene sonunda bir fikrimiz olacak. Bakalım Miami taraftarı hariç herkesi kendine düşman etmesiyle sonuçlanan yüzük aşkı mutlu sonla mı bitecek.
Büyük Üçlü ve Yardımcıları

Pat Riley'nin kafasındaki plan tuttu, ve 2010 Free Agency'nin en çok konuşulan 2 ismini Miami'ye getirerek büyük üçlü'yü oluşturdu. En başta kadroda kimse yoktu, bu üçü dışında düzgün görünen tek isim olan Beasley'i cap boşluğu açmak için takasla yolladılar. Büyük üçlü çok büyük işti, ancak bu üçlü ancak bilgisayar oyunlarında iş yapardı bu kadroyla. Miami muhteşem planlamasına burada da devam etti, ve kadroya çok önemli oyuncular eklediler. Bunlardan en öne çıkanı Mike Miller'dı. Mike Miller son 2 senedir skorer kimliğinden uzak kalsa da hâlâ all around bir oyuncu. Ayrıca çok büyük bir üçlük tehdidi, bu sayede LeBron/Wade'i durdurmak için alan savunması yapmak isteyen takımlara karşı ceza şutlarını kesen oyuncu olacaktır. Bu sayede kendisi de ilk turu geçecektir kariyerinde ilk defa. Mike Miller haricinde Carlos Arroyo, Zydrunas Ilgauskas, Juwan Howard ve Udonis Haslem ile sözleşme imzalandı ve kadronun büyük bir bölümü şekillenmiş oldu.
Peki bu kadro nasıl oynayacak? Şimdilik gerçekleşebilecek 2 ayrı senaryo var:
1) LeBron PG oynayacak, Mike Miller ilk 5 başlayacak
2) Chalmers/Arroyo PG oynayacak, Mike Miller bench'ten gelecek
1. senaryo daha çok bilgisayar oyunlarında yararlı olsa da LeBron'ın PG'ları bir sezon boyunca ne kadar etkili savunabileceği şüpheli. Savunabilse bile çok yorulmasına neden olacaktır, ki play-off'lara ne kadar dinç girerlerse o kadar iyi.
2. senaryo uygulanırsa Chalmers'ın ilk 5 başlaması daha mantıklı olur, çünkü topu LeBron daha çok elinde tutacağı için PG mevkisinde iyi bir şutörün olması takıma daha çok fayda sağlar, Chalmers'da Arroyo'ya kıyasla daha iyi bir şutör. LeBron Cavs'deki kadar topa hakim olamaz tahminen, ancak yine de topa en çok o sahip olacaktır. Wade'in off-the-ball'da başarılı olduğunu gördük, Bosh'a da bir yol bulurlar.
Genel olarak bakarsak, sakatlık yaşamazlarsa lig liderliği ve şampiyonluğun Lakers'la beraber en büyük adayı Miami Heat. Hücum olarak sıkıntı yaşayacaklarını sanmıyorum, geçen sene skor bazında 3 ayrı takımı sırtlayan 3 oyuncuya sahipler ancak savunmanın nasıl olacağı merak konusu. Uzun rotasyonu olarak Bosh/Haslem iki yönlü olsa da Joel Anthony sadece savunma, Z'de elinden ne geliyorsa onu yapmak için kadroda. Mike Miller az önce bahsettiğim gibi şut yeteneğiyle LeBron/Wade'in işini kolaylaştıracak, Haslem ise takımın kazanması için her zamanki gibi her şeyi yapmaya hazır. Koç olarak Spoelstra şu anda takımın başında görünüyor, ancak herhangi bir takılma durumunda Pat Riley Stan Van Gundy'e yaptığının aynısını Spoelstra'ya da yapabilir, sezon içinde belli olur o. Ancak Spoelstra'nın tek şansı var, bunu kendisi de biliyor.
Bu takımın son şampiyona karşı nasıl oynayacağı merak konusu. Lakers'ın uzun rotasyonu daha iyi, savunma olarak da Wade'i Kobe, LeBron'ı da Artest bekliyor olacak. Heat'i daha izlemeden nasıl oynacaklarını tabii ki bilemeyiz, ancak kağıt üzerinde çok eşit bir eşleşme oluyor. Lakers'ın en büyük avantajı Phil Jackson, ancak olası bir Pat Riley değişikliğinde o eşleşme de çok ilginç olur. Şu anda bunları konuşmak için çok erken, sene ortasında detaylı bir yazı daha yazarım Heat hakkında.
Etiketler:
Erik Spoelstra,
LeBron James,
Los Angeles Lakers,
Miami Heat,
Mike Miller,
Pat Riley
22 Temmuz 2010 Perşembe
Richard Jefferson
Bu sene iyi bir kontrat alabilmek için 15 milyon dolardan vazgeçince durumu bayağı merak konusu olmuştu Jefferson'ın. Bayağı bir süre kimsenin kendisiyle ilgilendiğine dair haber çıkmadı. En sonunda Spurs Jefferson'la 4 yıl/39 milyon dolarlık bir kontrat imzaladığını açıkladı. Takımın bir SF'ye ihtiyacı var, ancak bunun çözümü Jefferson'ı overpay etmek olmamalı. Spurs kendisine tahminen bu sezonki alacağından vazgeçmesi karşılığında bu kontratı önereceğine söz vermişti. 15 milyon dolardan feragat ettiğinde aklıma gelmişti aslında böyle bir şey olacağı, şimdi kesinleşmiş oldu. Duncan ve Parker'ın alacağı kontratları düşünürsek(Parker'ın bu sene sonu, Duncan'ın 2012 sonunda kontratı bitecek) takıma çok fazla ekleme yapma şansları yok, Jefferson'ın bu kontratını da birine yutturabileceklerini sanmıyorum. Yani Duncan ve Parker takımdan ayrılmazsa gelecek 3-4 yılın çekirdeğinde Duncan-Parker-Ginobili-Jefferson dörtlüsü olacak. Geçen seneye göre herkes bir yıl daha yaşlı, ancak bu sefer kadroda Avrupa'nın en iyi uzunlarından biri olan Tiago Splitter var. Bakalım bu beşliyle Spurs ne kadar ileriye gidebilecek.
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Toronto - Phoenix ve Toronto - Charlotte Takasları
Toronto Raptors, Hidayet Türkoğlu karşılığında Leandro Barbosa ve Dwayne Jones'u kadrosuna kattı. Bu takastan sonra Raptors'ın Calderon ve Jones'u TPE'yle beraber Diaw ve Chandler karşılığında Charlotte'a yollayacağı konuşuluyor. Reggie Evans da Twitter'da Toronto'dan ayrıldığını açıklamış, muhtemelen o da Charlotte'a gidecek.
Bu takaslar takımlar üzerinde nasıl bir etki sağlar?
Toronto: Hidayet ve Calderon'un çok kötü kontratlarından kurtulup takıma fayda sağlayabilecek 3 oyuncu aldılar. Takımı play-off potasına bile sokmayabilir bu hareket, ama en azından finansal açıdan ve takımın iyiliği açısından olumlu. Chandler'ın da seneye kontratı bitiyor, kendini göstermek için çok güzel bir fırsat yakaladı. Barbosa DeRozan'ın gelişimini biraz etkileyebilir, ancak kontratı sadece 2 yıllık(Son senesi oyuncu opsiyonu, tahminen kullanacaktır) ve kötü bir SG değil. Calderon ve Hidayet'in gidişatı takımı iyi yönde etkileyecektir, Jarrett Jack de PG pozisyonundaki tek opsiyon oldu şimdi. Reggie Evans'ın gidişi pota altında sertlik kaybettir Toronto'ya, ancak hücumu olmadığı için o kadar önemli değil.
Phoenix: Hidayet, kendisine daha Toronto'dan daha iyi uyan bir takıma gidiyor, ancak yine de topu fazla elinde tutamayacak. Steve Nash kendiyle oynayan herkesi daha iyi yapmış/göstermiş bir oyuncu, Hidayet'le anlaşamayacaklarını çok düşünmesem bile Hidayet yine de Orlando'daki kadar etkili olamayacaktır. Jason Richardson'ın durumuna göre Hidayet takımdaki 1 numaralı skor opsiyonu bile olabilir, ki böyle bir durumda kontratını normal gösteren ortalamalara ulaşacaktır. Kendisinin 4 numara oynayacağı bir small ball takımını izlemek ilginç olur, ancak bu takımın play-off'larda pek bir şey yapamayacağını söylemek gerekir. Ayrıca, Robert Sarver nasıl oldu da Hidayet'in kontratını almayı kabul etti ben onu merak ediyorum. Bir de Childress'a 5 yıl/34 milyon dolar önerecekleri konuşuluyor, takıma faydalı olsa da biraz pahalı bence.
Charlotte: Calderon'u alma nedeni belli, Felton'ı Knicks'e kaptırmak. Calderon'un savunması Larry Brown'ı kanser edebilir, bu ikilinin iyi anlaşabileceğini düşünmüyorum. Tyson Chandler'ı yollamaları çok ilginç, çünkü Chandler'ın kontratı sene sonu bitiyor ve kendisi takıma savunma yönünden çok fayda sağlayabilecek bir oyuncu. Evans'ın bu takıma çok faydası olmaz, ancak taraftarların sevebileceği, %110 efor sarfeden bir oyuncu olur sıfır hücumla. Bu ikisinin yanında bir de TPE aldılar ki, bu takasın gerçekleşebilme sebebi muhtemelen budur. Bakalım TPE'yi bir oyuncu almak için mi kullanacaklar, yoksa süresinin geçmesine mi izin verecekler.
Bu takaslar takımlar üzerinde nasıl bir etki sağlar?
Toronto: Hidayet ve Calderon'un çok kötü kontratlarından kurtulup takıma fayda sağlayabilecek 3 oyuncu aldılar. Takımı play-off potasına bile sokmayabilir bu hareket, ama en azından finansal açıdan ve takımın iyiliği açısından olumlu. Chandler'ın da seneye kontratı bitiyor, kendini göstermek için çok güzel bir fırsat yakaladı. Barbosa DeRozan'ın gelişimini biraz etkileyebilir, ancak kontratı sadece 2 yıllık(Son senesi oyuncu opsiyonu, tahminen kullanacaktır) ve kötü bir SG değil. Calderon ve Hidayet'in gidişatı takımı iyi yönde etkileyecektir, Jarrett Jack de PG pozisyonundaki tek opsiyon oldu şimdi. Reggie Evans'ın gidişi pota altında sertlik kaybettir Toronto'ya, ancak hücumu olmadığı için o kadar önemli değil.
Phoenix: Hidayet, kendisine daha Toronto'dan daha iyi uyan bir takıma gidiyor, ancak yine de topu fazla elinde tutamayacak. Steve Nash kendiyle oynayan herkesi daha iyi yapmış/göstermiş bir oyuncu, Hidayet'le anlaşamayacaklarını çok düşünmesem bile Hidayet yine de Orlando'daki kadar etkili olamayacaktır. Jason Richardson'ın durumuna göre Hidayet takımdaki 1 numaralı skor opsiyonu bile olabilir, ki böyle bir durumda kontratını normal gösteren ortalamalara ulaşacaktır. Kendisinin 4 numara oynayacağı bir small ball takımını izlemek ilginç olur, ancak bu takımın play-off'larda pek bir şey yapamayacağını söylemek gerekir. Ayrıca, Robert Sarver nasıl oldu da Hidayet'in kontratını almayı kabul etti ben onu merak ediyorum. Bir de Childress'a 5 yıl/34 milyon dolar önerecekleri konuşuluyor, takıma faydalı olsa da biraz pahalı bence.
Charlotte: Calderon'u alma nedeni belli, Felton'ı Knicks'e kaptırmak. Calderon'un savunması Larry Brown'ı kanser edebilir, bu ikilinin iyi anlaşabileceğini düşünmüyorum. Tyson Chandler'ı yollamaları çok ilginç, çünkü Chandler'ın kontratı sene sonu bitiyor ve kendisi takıma savunma yönünden çok fayda sağlayabilecek bir oyuncu. Evans'ın bu takıma çok faydası olmaz, ancak taraftarların sevebileceği, %110 efor sarfeden bir oyuncu olur sıfır hücumla. Bu ikisinin yanında bir de TPE aldılar ki, bu takasın gerçekleşebilme sebebi muhtemelen budur. Bakalım TPE'yi bir oyuncu almak için mi kullanacaklar, yoksa süresinin geçmesine mi izin verecekler.
Etiketler:
Charlotte Bobcats,
Hidayet Türkoğlu,
Phoenix Suns,
Toronto Raptors
Overpay terimi, Mikhail Prokhorov ve New Jersey Nets
Overpay kavramını açıklayarak başlayayım yazıya. Overpay, kendisine belli bir para ödenen oyuncunun benzer miktarda para verilen oyunculara kıyasla daha kötü oynaması durumunda oyuncuya "değerinin üzerinde" para ödeniyor olmasına denir.
Mikhail Prokhorov Nets'in başına geçtiğinde taraftarlara 5 yıl içinde şampiyonluk sözü verdi. Abrahamovich'in Chelsea'deki ilk dönemi ve Nets'in cap boşluğu düşünüldüğünde çoğu kişi bir tane yıldız transferi bekliyordu. Bu kişinin LeBron James olmasına gerek yoktu, ama Joe Johnson gibi biri olabilirdi.
Free Agency dönemi başlayınca büyük yıldızların hepsi birer birer gitti. Bosh/Boozer/Lee çok işlerine yaramazdı ama LeBron/Wade/Johson/Gay'in kapılması Nets'e büyük bir darbe oldu. Bu saatten sonra para harcamanın çok bir anlamı yoktu, ancak Nets rahat edemedi ve önce 5 yıl/35 milyon dolara Travis Outlaw'ı sonra da 3 yıl/10 milyon dolara Johan Petro'yu kadrosuna kattı. Berbat bir sezon geçirmiş Outlaw ve NBA'e geldiğinden beri boyu dışında hiçbir özelliğinden faydalanılamayan Petro'ya bu paralar verileceğine bir yardım kuruluşuna bağış yapmak takım için daha faydalı olabilirdi, en azından hayır duası alırlardı.
Takımda Devin Harris dışında uzun süreli bir kontrat yok,(Brook Lopez, Derrick Favors, Courtney Lee ve Terence Williams'ın çaylak kontratlarını saymazsak) bu sayede gelecek yıllarda bir yıldız getirmek için cap boşluğu hâlâ var, ancak bu kadronun çok bir iş yapacağını söylemek zor. Belki böylesi onlar için daha iyi olur, draft yoluyla daha da güçlenirler. Bu sezon ligin açık ara en kötü olacaklarını sanmıyorum, ama beklenen sene henüz gelmedi.
Mikhail Prokhorov Nets'in başına geçtiğinde taraftarlara 5 yıl içinde şampiyonluk sözü verdi. Abrahamovich'in Chelsea'deki ilk dönemi ve Nets'in cap boşluğu düşünüldüğünde çoğu kişi bir tane yıldız transferi bekliyordu. Bu kişinin LeBron James olmasına gerek yoktu, ama Joe Johnson gibi biri olabilirdi.
Free Agency dönemi başlayınca büyük yıldızların hepsi birer birer gitti. Bosh/Boozer/Lee çok işlerine yaramazdı ama LeBron/Wade/Johson/Gay'in kapılması Nets'e büyük bir darbe oldu. Bu saatten sonra para harcamanın çok bir anlamı yoktu, ancak Nets rahat edemedi ve önce 5 yıl/35 milyon dolara Travis Outlaw'ı sonra da 3 yıl/10 milyon dolara Johan Petro'yu kadrosuna kattı. Berbat bir sezon geçirmiş Outlaw ve NBA'e geldiğinden beri boyu dışında hiçbir özelliğinden faydalanılamayan Petro'ya bu paralar verileceğine bir yardım kuruluşuna bağış yapmak takım için daha faydalı olabilirdi, en azından hayır duası alırlardı.
Takımda Devin Harris dışında uzun süreli bir kontrat yok,(Brook Lopez, Derrick Favors, Courtney Lee ve Terence Williams'ın çaylak kontratlarını saymazsak) bu sayede gelecek yıllarda bir yıldız getirmek için cap boşluğu hâlâ var, ancak bu kadronun çok bir iş yapacağını söylemek zor. Belki böylesi onlar için daha iyi olur, draft yoluyla daha da güçlenirler. Bu sezon ligin açık ara en kötü olacaklarını sanmıyorum, ama beklenen sene henüz gelmedi.
Finalden Notlar
- Hakem gerçekten çok kötüydü, Xabi Alonso'ya atılan tekmeye sarı kart göstermesinden İspanya'nın golünden önceki pozisyona aut kararı vermesine kadar maçı fazlasıyla etkileyen kararlar verdi
- Jimmy Jump yine işbaşındaydı, büyük organizasyonlardan hiç eksik olmuyor sağolsun
- Ahtapot Paul olayına girmeyeceğim, söyleyecek bir şey yok zaten
- Raul kaç sene boyunca milli takımdaydı, olmadığı 2 kadro Avrupa ve Dünya Şampiyonu oldu. Acaba nasıl hissediyordur
- Total futbolun tanımını çoğu kişi yapamaz,(Ben de şüpheliyim kendimden) ama kesinlikle bu değildi. Rakibi oynatmamak, üzerine kontrataktan gol aramaya yönelik bir futbol oynadı Hollanda, ki Robben 2 fırsattan birini değerlendirse işe de yarayacaktı
- Sneijder'e çok yazık oldu, Hollanda'nın Stekelenburg'la beraber en insancılı o gözüküyordu.(Kuyt da eklenebilir listeye) Kendisi için muhteşem geçen turnuva kötü bitse bile yıllar sonra bu turnuva akıllara gelince hatırlanan birkaç isimden biri olacaktır
- Van Persie ve Fernando Torres tüm turnuva oldukları gibi bu maçta da çok etkisizlerdi
- Nigel De Jong'un yaptığına söyleyecek bir şey bulamıyorum
- Turnuvanın en iyi kalecisini Muslera olarak görüyordum, ancak Muslera'nın dünkü hataları ve bugünkü maçtan sonra Casillas'ı nasıl görmezden geldiğime inanamadım. Belki de kendisini zaten dünyanın en iyi kalecisi olarak kabul ettiğim içindir, ama yine de bu turnuvadaki performansına şapka çıkarmak lazım. İspanya 4 maçtır gol yemiyor, ve tüm turnuvayı sadece 2 gol yiyerek kapattı. Özellikle golden sonra ve kupayı kaldırırkenki tepkisi görülmeye değerdi
- Iniesta 2009 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Chelsea'ye karşı son dakikada bir gol atmıştı. O maçta da hakem hataları bolca vardı, hatta maçın hakemi Ovrebo bir süre tehdit edilmişti yanlış hatırlamıyorsam. Hollanda'nın verilmeyen kornerinden sonraki pozisyonda Iniesta galibiyet golünü atınca aklıma o maç geldi
- Iniesta gol sonrası formasını çıkardı ve t-shirt'ünde yazan yazıyla Daniel Jarque'yi tekrar andı. Güzel bir an oldu
- Reina'nın kupa töreninde kaleci eldivenini çıkarmamış olması ilginçti
- Takıma etkisini yine tartışırız ama,(O kadroyu bana versen ben de şampiyon yapardım gibi fantastik argümanlar) Yeniköy kasabı dünya şampiyonu oldu
- Sonuç olarak, İspanya tarihindeki ilk Dünya Kupası zaferine hakederek ulaştı. Hakem hataları çok fazlaydı, ama iki takıma da neredeyse eşit önemde dağıldığı için takımlara etkisinden o kadar söz etmenin bir anlamı yok
- Jimmy Jump yine işbaşındaydı, büyük organizasyonlardan hiç eksik olmuyor sağolsun
- Ahtapot Paul olayına girmeyeceğim, söyleyecek bir şey yok zaten
- Raul kaç sene boyunca milli takımdaydı, olmadığı 2 kadro Avrupa ve Dünya Şampiyonu oldu. Acaba nasıl hissediyordur
- Total futbolun tanımını çoğu kişi yapamaz,(Ben de şüpheliyim kendimden) ama kesinlikle bu değildi. Rakibi oynatmamak, üzerine kontrataktan gol aramaya yönelik bir futbol oynadı Hollanda, ki Robben 2 fırsattan birini değerlendirse işe de yarayacaktı
- Sneijder'e çok yazık oldu, Hollanda'nın Stekelenburg'la beraber en insancılı o gözüküyordu.(Kuyt da eklenebilir listeye) Kendisi için muhteşem geçen turnuva kötü bitse bile yıllar sonra bu turnuva akıllara gelince hatırlanan birkaç isimden biri olacaktır
- Van Persie ve Fernando Torres tüm turnuva oldukları gibi bu maçta da çok etkisizlerdi
- Nigel De Jong'un yaptığına söyleyecek bir şey bulamıyorum
- Turnuvanın en iyi kalecisini Muslera olarak görüyordum, ancak Muslera'nın dünkü hataları ve bugünkü maçtan sonra Casillas'ı nasıl görmezden geldiğime inanamadım. Belki de kendisini zaten dünyanın en iyi kalecisi olarak kabul ettiğim içindir, ama yine de bu turnuvadaki performansına şapka çıkarmak lazım. İspanya 4 maçtır gol yemiyor, ve tüm turnuvayı sadece 2 gol yiyerek kapattı. Özellikle golden sonra ve kupayı kaldırırkenki tepkisi görülmeye değerdi
- Iniesta 2009 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Chelsea'ye karşı son dakikada bir gol atmıştı. O maçta da hakem hataları bolca vardı, hatta maçın hakemi Ovrebo bir süre tehdit edilmişti yanlış hatırlamıyorsam. Hollanda'nın verilmeyen kornerinden sonraki pozisyonda Iniesta galibiyet golünü atınca aklıma o maç geldi
- Iniesta gol sonrası formasını çıkardı ve t-shirt'ünde yazan yazıyla Daniel Jarque'yi tekrar andı. Güzel bir an oldu
- Reina'nın kupa töreninde kaleci eldivenini çıkarmamış olması ilginçti
- Takıma etkisini yine tartışırız ama,(O kadroyu bana versen ben de şampiyon yapardım gibi fantastik argümanlar) Yeniköy kasabı dünya şampiyonu oldu
- Sonuç olarak, İspanya tarihindeki ilk Dünya Kupası zaferine hakederek ulaştı. Hakem hataları çok fazlaydı, ama iki takıma da neredeyse eşit önemde dağıldığı için takımlara etkisinden o kadar söz etmenin bir anlamı yok
11 Temmuz 2010 Pazar
Uruguay - Almanya Maçından Notlar
- Löw Klose'yi oynatmadı, Fenomen'e saygısından mıdır bilinmez ama Klose'nin bu durumu nasıl karşıladığını merak ediyorum
- Thomas Müller Schweinsteiger'in şutunu çok güzel takip etti ve yine golünü attı. Gol vuruşunda çok iş yok, kale boştu zaten de topu takip edişi takdire şayandı
- Schweinsteiger yine Almanya'nın ortasahasının demirbaşıydı, bir top kaybının Uruguay golüyle sonuçlanması dışında büyük bir hatası yoktu(Hoş gerçi bundan büyük hata da çok yoktur)
- Kießling inanılmaz bir gol kaçırdı, tahminen bir sonraki Dünya Kupası kadrosunda da olmayacağını düşünürsek yazık oldu
- Forlan'ın golü turnuvanın en güzel golü olabilir, en güzel golü olmasa da en güzel gol vuruşuydu
- Muslera turnuvanın en iyi kalecisi bile olabilirdi, ancak bu maçta golle sonuçlanan 2 büyük hata yaptı, son golde ise yapabileceği bir şey yoktu
- Forlan son dakikada çok güzel bir frikik kullandı, ancak Gana'lıların ahı mıdır bilinmez direkten döndü. Gol olsa muhteşem olacaktı
- Son iki maçlarını kazanamalarsa da Uruguay takımı bu Dünya Kupası'nın en başarılı takımı oldu
- Almanya takımı genç kadrosuna rağmen çok iyi bir turnuva geçirdi, bakalım bu kadro EURO 2012'de napacak
- Oscar Tabarez Uruguay'ın golüne, Jansen de kendi attığı gole pek sevinmedi, gabrip durdu
- Son dakikalarda Mesut Özil'in yerine Serdar Taşçı oyuna girdi, Türkiye'yi seçmiş olsalar ilk 11'in değişmez ismi olacak bu ikiliyi düşünerek iç geçirdim
- Genel olarak çok güzel bir maç oldu, bakalım finalde de aynı güzelliği görebilecek miyiz
- Thomas Müller Schweinsteiger'in şutunu çok güzel takip etti ve yine golünü attı. Gol vuruşunda çok iş yok, kale boştu zaten de topu takip edişi takdire şayandı
- Schweinsteiger yine Almanya'nın ortasahasının demirbaşıydı, bir top kaybının Uruguay golüyle sonuçlanması dışında büyük bir hatası yoktu(Hoş gerçi bundan büyük hata da çok yoktur)
- Kießling inanılmaz bir gol kaçırdı, tahminen bir sonraki Dünya Kupası kadrosunda da olmayacağını düşünürsek yazık oldu
- Forlan'ın golü turnuvanın en güzel golü olabilir, en güzel golü olmasa da en güzel gol vuruşuydu
- Muslera turnuvanın en iyi kalecisi bile olabilirdi, ancak bu maçta golle sonuçlanan 2 büyük hata yaptı, son golde ise yapabileceği bir şey yoktu
- Forlan son dakikada çok güzel bir frikik kullandı, ancak Gana'lıların ahı mıdır bilinmez direkten döndü. Gol olsa muhteşem olacaktı
- Son iki maçlarını kazanamalarsa da Uruguay takımı bu Dünya Kupası'nın en başarılı takımı oldu
- Almanya takımı genç kadrosuna rağmen çok iyi bir turnuva geçirdi, bakalım bu kadro EURO 2012'de napacak
- Oscar Tabarez Uruguay'ın golüne, Jansen de kendi attığı gole pek sevinmedi, gabrip durdu
- Son dakikalarda Mesut Özil'in yerine Serdar Taşçı oyuna girdi, Türkiye'yi seçmiş olsalar ilk 11'in değişmez ismi olacak bu ikiliyi düşünerek iç geçirdim
- Genel olarak çok güzel bir maç oldu, bakalım finalde de aynı güzelliği görebilecek miyiz
10 Temmuz 2010 Cumartesi
Carlos Boozer Chicago'da
Carlos Boozer, Chicago Bulls ile 5 yıl/76 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Ancak sözleşmeyi Chicago'yla imzalamak yerine Utah'la imzalayıp sign and trade oldu, böylece Utah'a da büyük bir TPE(Trade Player Exception) kaldı. TPE'nin ne işe yaradığını kısaca açıklamam gerekirse, takaslarda oyuncu kontratı yerine kullanılabiliyor. Mesela bir takımın 12 milyon dolarlık bir TPE'si varsa, o TPE o sene 12 milyon dolar kazanan bir oyuncunun kontratıyla aynı değere sahip oluyor.
Bu takas Bulls için çok iyi oldu, çünkü şampiyonluğa oynayan bir takımın PF'sinin Taj Gibson'dan iyi olması gerekiyordu. Rose'la beraber bir sorun yaşayacağını sanmıyorum, kendisi Utah'ta yaptığının aynısını burada da yapmaya devam edecektir. Ömer Aşık'ın da eklenmesiyle Chicago'nun çok iyi bir uzun rotasyonu oldu, sakatlıklar olmazsa playoff'larda çok önemli bir avantaj bu. Sakatlık demişken, Boozer'ın sağlık karnesi çok iyi değil. Utah'ta bir türlü iyileşmeyen ilginç sakatlıklara birden fazla yakalandığını biliyoruz. Bakalım bu gizemli sakatlıklar Boozer'ı Chicago'da da takip edecek mi.
Utah açısından bakarsak durum gözüktüğü kadar kötü değil. PF pozisyonunda zaten ilk 5 oyuncusu kalitesinde Millsap vardı, ve Boozer'ın takımda olmasından dolayı bench'ten girip katkı yapıyordu. Şimdi kendisi daha efektif kullanılabilecek. Burada önemli olan alınan TPE'nin nasıl kullanılacağı. Eğer Utah bununla aradığı pivotu veya SG'yi bulabilirse geçen seneden daha iyi bile olabilir, ama eğer TPE'yi kullanmazlar ve daha fazla para harcamamayı seçerlerse durumları çok kötü olur, şu kadronun Batı Konferansı'nda ilk 10'a girebilmesi bile zor gözüküyor.
Bu takas Bulls için çok iyi oldu, çünkü şampiyonluğa oynayan bir takımın PF'sinin Taj Gibson'dan iyi olması gerekiyordu. Rose'la beraber bir sorun yaşayacağını sanmıyorum, kendisi Utah'ta yaptığının aynısını burada da yapmaya devam edecektir. Ömer Aşık'ın da eklenmesiyle Chicago'nun çok iyi bir uzun rotasyonu oldu, sakatlıklar olmazsa playoff'larda çok önemli bir avantaj bu. Sakatlık demişken, Boozer'ın sağlık karnesi çok iyi değil. Utah'ta bir türlü iyileşmeyen ilginç sakatlıklara birden fazla yakalandığını biliyoruz. Bakalım bu gizemli sakatlıklar Boozer'ı Chicago'da da takip edecek mi.
Utah açısından bakarsak durum gözüktüğü kadar kötü değil. PF pozisyonunda zaten ilk 5 oyuncusu kalitesinde Millsap vardı, ve Boozer'ın takımda olmasından dolayı bench'ten girip katkı yapıyordu. Şimdi kendisi daha efektif kullanılabilecek. Burada önemli olan alınan TPE'nin nasıl kullanılacağı. Eğer Utah bununla aradığı pivotu veya SG'yi bulabilirse geçen seneden daha iyi bile olabilir, ama eğer TPE'yi kullanmazlar ve daha fazla para harcamamayı seçerlerse durumları çok kötü olur, şu kadronun Batı Konferansı'nda ilk 10'a girebilmesi bile zor gözüküyor.
9 Temmuz 2010 Cuma
Lorik Cana Galatasaray'da
Pek çok oyuncusuyla yollarını ayırdıktan sonra yabancı transfer yapması beklenen Galatasaray'da ilk yabancı transfer belli oldu: Lorik Cana. Böylece birkaç gün önce orta saha pozisyonunda 5 oyuncuyla prensip anlaşmasına varıldığını ve bunlardan 2'siyle sözleşme imzalanacağını açıklayan Adnan Polat, sözünün ilk taksidini tutmuş oldu. Polat, bugün 13:00 civarlarında düzenlediği ve son zamanlarda kulüp hakkında çıkan haberleri yanıtlamayı amaçladığı basın toplantısında da 5 yabancı transfer yapılacağını açıklamış ve taraftara her an hazır olmayı önermişti.
Üzücü olsa da, yabancı oyuncuları ve bırakın G.Amerika, Afrika gibi kıtaları Avrupa pazarı hakkında çok bilgisi olmayan bir futbolsever kitlemiz var. Durum böyle olunca, insanımız yeni transferi Avrupa çapında çok tanınmış bir oyuncu olmadığı takdirde(Kewell, Quaresma, Anelka gibi) tanımadan yorumlar yapıyor. Meraklısına tanıdığım kadarıyla Lorik Cana'yı tanıtmak istiyorum.
Arsenal'den 16 yaşında deneme teklifi alan Cana'nın bu takıma transferi İngiliz pasaportu olmadığı için gerçekleşmedi. Avrupa'daki önemli seyahatine 2002 yılında Paris Saint-Germain 'de başladı. 2002-2003 sezonunda sadece 3 lig maçına çıkan Cana, 2003-2004 sezonundan itibaren formayı kaptı ve bir daha da gittiği hiçbir takımda bırakmadı. Oynadığı istikrarlı oyun onun 2005 Ağustos'unda Ligue 1'in en önemli ekiplerinden Olympique Marseille(Marsilya)'e transferini sağladı. Bu takımda geçirdiği 4 sezonda ilk 11'in değişilmez isimlerindendi. Kaptan Habib Beye'nin Newcastle United'a transferiyle kaptanlığa da getirilen Cana, geçtiğimiz yaz Sunderland'in yolunu tuttu. Bu takımda da 31 lig maçına çıktı.
Bu bilgileri daha kısa tutmamın sebebi, her yerden ulaşabilir olmaları. Benim daha detaylı anlatmak istediğim kısım işin teknik ve taktik kısmı... Milyonlarca eurolar harcanan birçok transfer gördük ve bunlardan öğrendiğimiz ortak ders hiçbir şekilde gelen oyuncunun iyi oynayacağının garantisi olmadığıydı. Gece hayatından ligde oynanan sert oyuna, paragözlükten adaptasyon sorununa onlarca neden pek çok büyük beklentiyle alınmış oyuncuyu hayal kırıklığı olarak gösterdi. Bu sebeple ben de yeni bir transferde kesin yargılı konuşup " Galatasaray'ı uçurur", " Fenerbahçe'de en az 15 golü var" veya " Beşiktaş'ın sol kanadından artık herkes çekinsin" gibi çok iddialı açıklamalardan çekiniyorum. Genelde oyuncunun transferine kadarki oynadığı takımlardaki performansını anlatmakla yetiniyorum. Bu açıdan bakarsak, sizin de gözünüze iliştiğini farkettiğim çok önemli bir özellik var, istikrar. 2003'ten beri hangi takıma giderse gitsin sakatlıklar ve cezalar hariç ilk 11'de oynamış bir isim Lorik Cana. Sakatlık dememden de korkmayın, çok ender sakatlanan bir oyuncu şu ana kadarki futbol kariyerinde. Dilerim ki sakatlıklar yine ondan uzak durur ve her sezon oynadığı 30 lig maçı ortalamasını bu 4 senede de gösterir.
"Yeni Sezonda Galatasaray" yazımda belirttiğim ön orta saha oyuncusunun özelliklerinin hemen hemen tümüne sahip bir oyuncu. Pas açısından beklenenden biraz daha kötü bir pasçı olduğunu söyleyebilirim. Kötü pas yüzdesiyle oynayan bir oyuncu değil kesinlikle; ancak yazımda nitelediğim ileri oynama yeteneklerinden biraz yoksun olduğunu söylemek gerekiyor. Fakat bu kimseyi çok korkutmamalı 2 nedenden ötürü; 1.si Türkiye Ligi her ne kadar "küçük" takımların gitgide doğru transferle kalitenin yükseldiği bir lig olsa da Cana kesinlikle bu ligde pas açısından başarılı olacak bir oyuncu. Maldonado gibi ne olursa olsun daima geri oynayan bir oyuncu olmayacaktır. Ya da Mehmet Topal gibi bazı maçlar saç baş yoldurtacak, hücuma çıkarken pas hataları yapacağını zannetmiyorum. 2. neden ise önünde oynayacak 2 çift yönlü ve yaratıcı orta saha oyuncusuyla sürekli ileriye oynanacak kısa paslarla hücum açısından daha baskın bir Galatasaray olacağını varsayarsak, Cana da paslarını atak yönünde olumlu kullanacaktır. O yetenekten yoksun bir oyuncu değil asla ve artık Sunderland formasıyla Chelsea karşısında değil, Galatasaray formasıyla Sivasspor karşısında oynayacağı unutulmamalı.
Yaş olarak en olgun yıllarına girmeye başlayan Cana, daima özverili, hırslı, azimli ve konsantrasyonu fazla bir oyuncu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu açıdan kafa yapısı olarak tam anlamıyla bir savaşçı. Zaten benim de transferden memnun olmam bu sebepten ötürü; orta sahanın tam ortasında oynasa belki biraz eleştirirdim fakat önliberoda oynayacak bir oyuncunun tam anlamıyla bir savaşçı olması ve yeri geldiğinde ortasahadaki diğer arkadaşlarının savunma yükünü çekmesi gerek.Bu oyuncu için Türkiye'den bir benzetme yapmak gerekirse -özellikle hırs konusunda- Lugano'yu andıran bir oyuncu. Varını yoğunu sahaya koyan, defansif olarak sert kademeler yapan ve yine Lugano gibi -diğer oyunculara nazaran- daha kolay kart görebilecek bir oyuncu.. 185 cm boyuyla kafa toplarında etkin bir oyuncu olduğunu, hem atak hem de savunma için söylemekte fayda var. Boyu dışında fiziki olarak, güç olarak da kesinlikle çok güçlü bir futbolcu. Sürat olarak da çok hızlı olmasa da kesinlikle yavaş değildir ve bu açıdan takım çift yönlü atak ve defans organizasyonlarına yetişmekte sıkıntı yaşamaz, zaten tüm enerjisini de ortaya koyan bir oyuncu.
Özetle Cana önlibero mevkii için çok ideal bir oyuncu. Dediğim gibi teknik özellikleri belki bazı meslektaşlarından daha kısıtlı ama o savaşçı oyunuyla bu açığı hep kapatmıştı ve yine kapatacaktır. Transferin 5 milyon euro gibi bir ücretle olduğu da göz önünde tutulursa, bu fiyat için alınabilecek en iyi oyunculardan. Taraftarın çok seveceği bir oyuncu olacağını düşünüyorum. Tabii bazı taraftarlarımız onun sürekli oynamamasını "5 milyon euro verdik, stopere oyna diye mi" gibi yorumlayıp eleştirebilir. Kendilerine şunu hatırlatıyorum: Tuncay, Tümer, İlhan Mansız gibi nice oyuncunun zamanında ülkenin en büyük yıldızı olduğu savunuldu. Bu oyunculara önerilen fiyatlar ve gittikleri takımlar ortada. Son yıllarda en büyük transfer başarısını gösteren Türk futbolcusunun Mehmet Topal olması bir tesadüf mü sizce?
Çok ilginç bir detay da Cana'nın babasının zamanında Samsunspor ve Gençlerbirliği'nde oynamış olması. Bunu ilginç yapan babasının Türk vatandaşlığına sahip olması. Yani başvurduğu takdirde Cana'nın Türk vatandaşlığı alabileceği ve Türk statüsünde oynayabileceğini umuyorum.
Transfer hamleleri süren Galatasaray'da halen Fransa'da olan Adnan Sezgin'in Monaco'nun Kolombiyalı kanat oyuncusu Juan Pablo Pino ile görüşmelerde olduğu düşünülüyor. Nitekim gün içinde Cana transferini açıklanmadan duyuran LigTv, aynı iddiayı J.Pablo Pino için de yapmıştı.
NTVSpor'dan gelen bir teori ise, Galatasaray'ın Eden Hazard ile görüştüğü... Stoch transferinde ezeli rakibi Fenerbahçe'den çalım yiyen Cim Bom'un bu transferle öç alabileceği söylenenler arasında. NTVSpor bu açıklamayı destekleyen bir kanıt olarak Polat'ın bugünkü basın açıklamasından bir sözünü gösteriyor:
"Rakiplerimizin yaptığını biz de vakti gelince onlara yapacağız. Bakalım onlar bunu nasıl karşılayacak ?"
Fakat transfer maddi açıdan özellikle bana imkansız görünüyor.
Üzücü olsa da, yabancı oyuncuları ve bırakın G.Amerika, Afrika gibi kıtaları Avrupa pazarı hakkında çok bilgisi olmayan bir futbolsever kitlemiz var. Durum böyle olunca, insanımız yeni transferi Avrupa çapında çok tanınmış bir oyuncu olmadığı takdirde(Kewell, Quaresma, Anelka gibi) tanımadan yorumlar yapıyor. Meraklısına tanıdığım kadarıyla Lorik Cana'yı tanıtmak istiyorum.
Arsenal'den 16 yaşında deneme teklifi alan Cana'nın bu takıma transferi İngiliz pasaportu olmadığı için gerçekleşmedi. Avrupa'daki önemli seyahatine 2002 yılında Paris Saint-Germain 'de başladı. 2002-2003 sezonunda sadece 3 lig maçına çıkan Cana, 2003-2004 sezonundan itibaren formayı kaptı ve bir daha da gittiği hiçbir takımda bırakmadı. Oynadığı istikrarlı oyun onun 2005 Ağustos'unda Ligue 1'in en önemli ekiplerinden Olympique Marseille(Marsilya)'e transferini sağladı. Bu takımda geçirdiği 4 sezonda ilk 11'in değişilmez isimlerindendi. Kaptan Habib Beye'nin Newcastle United'a transferiyle kaptanlığa da getirilen Cana, geçtiğimiz yaz Sunderland'in yolunu tuttu. Bu takımda da 31 lig maçına çıktı.
Bu bilgileri daha kısa tutmamın sebebi, her yerden ulaşabilir olmaları. Benim daha detaylı anlatmak istediğim kısım işin teknik ve taktik kısmı... Milyonlarca eurolar harcanan birçok transfer gördük ve bunlardan öğrendiğimiz ortak ders hiçbir şekilde gelen oyuncunun iyi oynayacağının garantisi olmadığıydı. Gece hayatından ligde oynanan sert oyuna, paragözlükten adaptasyon sorununa onlarca neden pek çok büyük beklentiyle alınmış oyuncuyu hayal kırıklığı olarak gösterdi. Bu sebeple ben de yeni bir transferde kesin yargılı konuşup " Galatasaray'ı uçurur", " Fenerbahçe'de en az 15 golü var" veya " Beşiktaş'ın sol kanadından artık herkes çekinsin" gibi çok iddialı açıklamalardan çekiniyorum. Genelde oyuncunun transferine kadarki oynadığı takımlardaki performansını anlatmakla yetiniyorum. Bu açıdan bakarsak, sizin de gözünüze iliştiğini farkettiğim çok önemli bir özellik var, istikrar. 2003'ten beri hangi takıma giderse gitsin sakatlıklar ve cezalar hariç ilk 11'de oynamış bir isim Lorik Cana. Sakatlık dememden de korkmayın, çok ender sakatlanan bir oyuncu şu ana kadarki futbol kariyerinde. Dilerim ki sakatlıklar yine ondan uzak durur ve her sezon oynadığı 30 lig maçı ortalamasını bu 4 senede de gösterir.
"Yeni Sezonda Galatasaray" yazımda belirttiğim ön orta saha oyuncusunun özelliklerinin hemen hemen tümüne sahip bir oyuncu. Pas açısından beklenenden biraz daha kötü bir pasçı olduğunu söyleyebilirim. Kötü pas yüzdesiyle oynayan bir oyuncu değil kesinlikle; ancak yazımda nitelediğim ileri oynama yeteneklerinden biraz yoksun olduğunu söylemek gerekiyor. Fakat bu kimseyi çok korkutmamalı 2 nedenden ötürü; 1.si Türkiye Ligi her ne kadar "küçük" takımların gitgide doğru transferle kalitenin yükseldiği bir lig olsa da Cana kesinlikle bu ligde pas açısından başarılı olacak bir oyuncu. Maldonado gibi ne olursa olsun daima geri oynayan bir oyuncu olmayacaktır. Ya da Mehmet Topal gibi bazı maçlar saç baş yoldurtacak, hücuma çıkarken pas hataları yapacağını zannetmiyorum. 2. neden ise önünde oynayacak 2 çift yönlü ve yaratıcı orta saha oyuncusuyla sürekli ileriye oynanacak kısa paslarla hücum açısından daha baskın bir Galatasaray olacağını varsayarsak, Cana da paslarını atak yönünde olumlu kullanacaktır. O yetenekten yoksun bir oyuncu değil asla ve artık Sunderland formasıyla Chelsea karşısında değil, Galatasaray formasıyla Sivasspor karşısında oynayacağı unutulmamalı.
Yaş olarak en olgun yıllarına girmeye başlayan Cana, daima özverili, hırslı, azimli ve konsantrasyonu fazla bir oyuncu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu açıdan kafa yapısı olarak tam anlamıyla bir savaşçı. Zaten benim de transferden memnun olmam bu sebepten ötürü; orta sahanın tam ortasında oynasa belki biraz eleştirirdim fakat önliberoda oynayacak bir oyuncunun tam anlamıyla bir savaşçı olması ve yeri geldiğinde ortasahadaki diğer arkadaşlarının savunma yükünü çekmesi gerek.Bu oyuncu için Türkiye'den bir benzetme yapmak gerekirse -özellikle hırs konusunda- Lugano'yu andıran bir oyuncu. Varını yoğunu sahaya koyan, defansif olarak sert kademeler yapan ve yine Lugano gibi -diğer oyunculara nazaran- daha kolay kart görebilecek bir oyuncu.. 185 cm boyuyla kafa toplarında etkin bir oyuncu olduğunu, hem atak hem de savunma için söylemekte fayda var. Boyu dışında fiziki olarak, güç olarak da kesinlikle çok güçlü bir futbolcu. Sürat olarak da çok hızlı olmasa da kesinlikle yavaş değildir ve bu açıdan takım çift yönlü atak ve defans organizasyonlarına yetişmekte sıkıntı yaşamaz, zaten tüm enerjisini de ortaya koyan bir oyuncu.
Özetle Cana önlibero mevkii için çok ideal bir oyuncu. Dediğim gibi teknik özellikleri belki bazı meslektaşlarından daha kısıtlı ama o savaşçı oyunuyla bu açığı hep kapatmıştı ve yine kapatacaktır. Transferin 5 milyon euro gibi bir ücretle olduğu da göz önünde tutulursa, bu fiyat için alınabilecek en iyi oyunculardan. Taraftarın çok seveceği bir oyuncu olacağını düşünüyorum. Tabii bazı taraftarlarımız onun sürekli oynamamasını "5 milyon euro verdik, stopere oyna diye mi" gibi yorumlayıp eleştirebilir. Kendilerine şunu hatırlatıyorum: Tuncay, Tümer, İlhan Mansız gibi nice oyuncunun zamanında ülkenin en büyük yıldızı olduğu savunuldu. Bu oyunculara önerilen fiyatlar ve gittikleri takımlar ortada. Son yıllarda en büyük transfer başarısını gösteren Türk futbolcusunun Mehmet Topal olması bir tesadüf mü sizce?
Çok ilginç bir detay da Cana'nın babasının zamanında Samsunspor ve Gençlerbirliği'nde oynamış olması. Bunu ilginç yapan babasının Türk vatandaşlığına sahip olması. Yani başvurduğu takdirde Cana'nın Türk vatandaşlığı alabileceği ve Türk statüsünde oynayabileceğini umuyorum.
Transfer hamleleri süren Galatasaray'da halen Fransa'da olan Adnan Sezgin'in Monaco'nun Kolombiyalı kanat oyuncusu Juan Pablo Pino ile görüşmelerde olduğu düşünülüyor. Nitekim gün içinde Cana transferini açıklanmadan duyuran LigTv, aynı iddiayı J.Pablo Pino için de yapmıştı.
NTVSpor'dan gelen bir teori ise, Galatasaray'ın Eden Hazard ile görüştüğü... Stoch transferinde ezeli rakibi Fenerbahçe'den çalım yiyen Cim Bom'un bu transferle öç alabileceği söylenenler arasında. NTVSpor bu açıklamayı destekleyen bir kanıt olarak Polat'ın bugünkü basın açıklamasından bir sözünü gösteriyor:
"Rakiplerimizin yaptığını biz de vakti gelince onlara yapacağız. Bakalım onlar bunu nasıl karşılayacak ?"
Fakat transfer maddi açıdan özellikle bana imkansız görünüyor.
8 Temmuz 2010 Perşembe
Oklahoma City Thunder Kevin Durant'le Kontrat Uzattı
Kevin Durant geçtiğimiz gün takımı Thunder'la kontratını uzattı. Çaylak kontratı önümüzdeki sene biten genç yıldızın 5 yıl için 85 milyon dolar alacağı açıklandı. Oldukça sessiz bir şekilde olup biten bu anlaşma Oklahoma City Thunder'ın gerçekten bir aile yapısına sahip olduğunu gösterdi. Zaten sadakati sene içinde de sorgulanmaya Kevin Durant, takımda hiçbir endişe oluşturmadan hızlı bir şekilde geleceğini takımına bağladı. Bu süreçte de hiç bir reklam, ilgi çekme gibi medya faaliyetinde bulunulmadı. Seneye kontratı bitse en önemli free agent olacak olan Durant(Carmelo Anthony dahil), ortalığı LeBron, Wade ve Amar'e kadar karıştırmadı. Bir NBA takımı için çekirdek oyuncu olarak verebilecekleri bu seneki free agent çılgınlığının merkezinde olan oyunculardan hiç de uzak değil hatta bence Chris Bosh ve Amar'e Stoudemire'a göre takımı için çok daha önemli bir oyuncu.
Oklahoma City Thunder'ın takım kurma politikası da çok hoşuma gidiyor. Bir yıldız oyuncu getirebilecek paraları vardı ancak onlar ellerindeki kadronun kimyasını bozmamayı seçtiler. Zayıf oldukları pivot mevkiine gereken desteği drafttan gelen Cole Aldrich ile yaptılar, hatta bunun için New Orleans'tan yüklü bir kontrata sahip olan veteran Morris Peteson'u aldılar iki tane ilk tur draft hakkı karşılığında. Draft'tan alınmış oyuncu profesyonel kariyerindeki oyun kimliğini ilk takımında şekillendirir. Aldrich'in alınması da OKC'nin Durant, Green, Westbrook ve Harden'la oluşturduğu ailevi takım yapısına uyabilecek bir hareket. Örneğin Haywood'a Dallas'tan daha fazla para verip alabilirlerdi ancak takıma uyum ve kariyer geleceği açısından OKC'nin yapılanma politikasına uymazdı. Kevin Durant bir söyleşide takım hakkındaki görüşlerini açıklamış. Dediklerinin özeti şu: "OKC iki sezon önce en kötü gidişle başlayıp, sezon içinde gelişimi ve uyumu artırıp sonlara doğru takımın çizgisini düzeltti. Geçen sezon 50 galibiyete kadar çıktı. Bu gelişim kadro gençliği ve her geçen gün artan uyum sayesinde görüldü. Bir free agent'ın takıma eklenilmesine uğraşılmaması takımın gidişi açısından daha iyi bir yaklaşım. OKC takımının gelişim sürecinde yaptıklarını diğer takımlardan daha büyük bir başarı çünkü diğer takımlardan takaslarla alınmış oyuncularla değil de var olan çekirdek kadro etrafında ilerleme ile yapıldı.".
Ayrıca Kevin Durant tatilini erken bitirip takım arkadaşlarını NBA Summer League'de desteklemek için Orlando'ya gitti. Orlando'da takım içinde adeta ikinci bir koç gibi oyunculara moral konuşmaları yapıyor, sabah erken saatlerde toplantılar düzenliyor, kondüsyon ve ağırlık çalışmalarına takımla birlikte giriyor. Kevin Durant çok iyi bir oyuncu olmasının yanı sıra çok da harika bir kişiliğe sahip. Daha 21 yaşında olan ve NBA'de çok büyük başarıya ulaşan bir oyuncunun aynı zamanda bu kadar sadakate ve yüksek takım ruhuna sahip olması çok önemli. Kontratını da sessiz sedasız, çok ilgi çekmeden uzatması da kişiliği hakkında zaten ip ucu veriyor. Kevin Durant çok sevdiğim bir oyuncu, Oklahoma City de çok sempati duyduğum bir takım. Umarım önümüzdeki sezon başarılarının üzerine yeni başarılar eklerler.
Oklahoma City Thunder'ın takım kurma politikası da çok hoşuma gidiyor. Bir yıldız oyuncu getirebilecek paraları vardı ancak onlar ellerindeki kadronun kimyasını bozmamayı seçtiler. Zayıf oldukları pivot mevkiine gereken desteği drafttan gelen Cole Aldrich ile yaptılar, hatta bunun için New Orleans'tan yüklü bir kontrata sahip olan veteran Morris Peteson'u aldılar iki tane ilk tur draft hakkı karşılığında. Draft'tan alınmış oyuncu profesyonel kariyerindeki oyun kimliğini ilk takımında şekillendirir. Aldrich'in alınması da OKC'nin Durant, Green, Westbrook ve Harden'la oluşturduğu ailevi takım yapısına uyabilecek bir hareket. Örneğin Haywood'a Dallas'tan daha fazla para verip alabilirlerdi ancak takıma uyum ve kariyer geleceği açısından OKC'nin yapılanma politikasına uymazdı. Kevin Durant bir söyleşide takım hakkındaki görüşlerini açıklamış. Dediklerinin özeti şu: "OKC iki sezon önce en kötü gidişle başlayıp, sezon içinde gelişimi ve uyumu artırıp sonlara doğru takımın çizgisini düzeltti. Geçen sezon 50 galibiyete kadar çıktı. Bu gelişim kadro gençliği ve her geçen gün artan uyum sayesinde görüldü. Bir free agent'ın takıma eklenilmesine uğraşılmaması takımın gidişi açısından daha iyi bir yaklaşım. OKC takımının gelişim sürecinde yaptıklarını diğer takımlardan daha büyük bir başarı çünkü diğer takımlardan takaslarla alınmış oyuncularla değil de var olan çekirdek kadro etrafında ilerleme ile yapıldı.".
Ayrıca Kevin Durant tatilini erken bitirip takım arkadaşlarını NBA Summer League'de desteklemek için Orlando'ya gitti. Orlando'da takım içinde adeta ikinci bir koç gibi oyunculara moral konuşmaları yapıyor, sabah erken saatlerde toplantılar düzenliyor, kondüsyon ve ağırlık çalışmalarına takımla birlikte giriyor. Kevin Durant çok iyi bir oyuncu olmasının yanı sıra çok da harika bir kişiliğe sahip. Daha 21 yaşında olan ve NBA'de çok büyük başarıya ulaşan bir oyuncunun aynı zamanda bu kadar sadakate ve yüksek takım ruhuna sahip olması çok önemli. Kontratını da sessiz sedasız, çok ilgi çekmeden uzatması da kişiliği hakkında zaten ip ucu veriyor. Kevin Durant çok sevdiğim bir oyuncu, Oklahoma City de çok sempati duyduğum bir takım. Umarım önümüzdeki sezon başarılarının üzerine yeni başarılar eklerler.

Chris Bosh ve Dwyane Wade Miami'de
Dwyane Wade ve Chris Bosh'un Miami Heat'in teklifini kabul ettiği açıklandı. Uzun zamandır Wade'in tek başına götürdüğü Miami'de artık iki all-star var. Chris Bosh'la anlaşılması Wade'in kalması bakımından çok önemliydi çünkü sırtlayıp playofflara kadar soktuğu sonra ekip olarak oraya çıkan takımlar karşısında zor anlar yaşayan bir Miami izledik 2007'den sonra. Wade de LeBron James veya Chris Bosh'un gelmesi durumunda Miami'de kalacağını söyleyerek kendini açıkça ifade etmişti basketbol kamuoyuna. Free agent grubundaki yıldız oyuncuların birkaç takımın çatısı altında toplanması bekleniyordu ancak ben Miami'de bunun gerçekleşemeyeceğine kendimi oldukça inandırmıştım. Wade'in Chicago yolcusu olmasını bekliyordum, olmadı. İyi ki de olmadı çünkü Chicago hayalindeki Rose-Wade-James üçlüsünü kursaydı, topu sürekli elinde isteyen 3 tane yıldız oyuncu birbirinin gözünün içine bakacaktı. Hiçbiri bencil oyuncular olmasa da, bir huzursuzluk veya takım kimyası sorunları oluşturabilirdi. Chicago'nun Bosh'la da ilgilendiğini biliyoruz ama çaylak Taj Gibson'un gönderilmemiş de Hinrich'in gönderilmiş olması Wade isteğinin daha ağır bastığını gösterdi. Olan oldu, şimdi Miami şampiyonluk adayı konvoyuna girmeyi başardı. Bir iki ismin daha katılması Miami Heat için çok hayati olacaktır çünkü kadro hala Wade ve Bosh haricinde kötü durumda. Beasley 3 numaraya çekilerek belki de hem onun hem de takım için en iyisi yapılacak. Pivot mevkiine de sağlam bir oyuncu alınarak biraz da bench grubu oluşturulursa Miami bu sene seyir zevkinin yanı sıra mücadelenin de üst düzeyde görüldüğü maçlar oynayacak.
Almanya - İspanya Maçından Notlar
- Maça ancak 30. dakikada yetişebildim, hoş olmadı ama en azından gol kaçırmadım
- İspanya maçın çok büyük bölümünde üstündü, bunun sebebi de ortasahalarının gücü ve Almanya'da topla buluşan her oyuncuya yaptıkları inanılmaz baskıydı
- Almanya bir ara direnci kırdı, birkaç pozisyona girebildiler ancak Kroos'un kaçan şutu dışında çok fazla etkili gol şansları olmadı, Kroos onu atabilse maç çok ilginç bir hale gelecekti
- Löw'ün Gomez'i bir savunmacının yerine oyuna alması(Adını unuttum şimdi adamın) Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'daki zamanında takıma gol lazımken tek çare olarak oyuna forvet almasını hatırlattı, nostalji oldu. Aynı zamanda bu değişiklikten sonra maçın 2-0 olacağını söylemiştim, Pedro boş pozisyonda pası çıkarabilse haklı oluyordum
- Kahin ahtapotun tahmini yine tuttu, bunun olasılığı seneye üniversite sınavında çıkabilir
- Almanya yenilince... geyiği geç de olsa bitti, "Seneye görüşürüz" gibi bu laf da bir türlü eskimiyor nedense
- Almanya topa hakim olamadığı için kaybetti, Arjantin'in bomboş orta sahası ve otoban gibi sağ kanadında bu sefer Iniesta-Xavi-Xabi Alonso ve Sergio Ramos olunca bunun olması doğal tabi
- İspanya maçın çok büyük bölümünde üstündü, bunun sebebi de ortasahalarının gücü ve Almanya'da topla buluşan her oyuncuya yaptıkları inanılmaz baskıydı
- Almanya bir ara direnci kırdı, birkaç pozisyona girebildiler ancak Kroos'un kaçan şutu dışında çok fazla etkili gol şansları olmadı, Kroos onu atabilse maç çok ilginç bir hale gelecekti
- Löw'ün Gomez'i bir savunmacının yerine oyuna alması(Adını unuttum şimdi adamın) Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'daki zamanında takıma gol lazımken tek çare olarak oyuna forvet almasını hatırlattı, nostalji oldu. Aynı zamanda bu değişiklikten sonra maçın 2-0 olacağını söylemiştim, Pedro boş pozisyonda pası çıkarabilse haklı oluyordum
- Kahin ahtapotun tahmini yine tuttu, bunun olasılığı seneye üniversite sınavında çıkabilir
- Almanya yenilince... geyiği geç de olsa bitti, "Seneye görüşürüz" gibi bu laf da bir türlü eskimiyor nedense
- Almanya topa hakim olamadığı için kaybetti, Arjantin'in bomboş orta sahası ve otoban gibi sağ kanadında bu sefer Iniesta-Xavi-Xabi Alonso ve Sergio Ramos olunca bunun olması doğal tabi
7 Temmuz 2010 Çarşamba
Almanya Hakkında
Büyük turnuvaların ne olursa olsun favori takımlarındandır Almanlar. En kötü yıllarında bile yıldızlarla dolu rakipleri elenmişken Almanlar en az yarı final oynamışlardır. Zaten bu sebepten kendilerine " Turnuva takımı" diye hitap eder herkes ve daima onlardan çekinirler. Fakat kabul etmek gerekir ki- zaten kimsenin itirazı olacağını da sanmıyorum- Almanya bu turnuvada bambaşka bir oyun sergiledi ve herkesi kendilerine hayran bıraktılar. Bu başarının ardında da kesinlikle Joachim Löw vardı.
Daha önce 2 kez Türkiye tecrübesi olan Löw'ün o zamanlarını malesef hiç hatırlamıyorum yaşım sebebiyle. Bu futbol dehası adamla ilk kez tanışmam Euro 2008 olmuş ve ilk kez kendisindeki üstün taktik zekasını farketmem de aynı turnuvanın çeyrek final maçı olan Portekiz maçında olmuştu. Çeyrek finale kadar çok da iyi oynamıyordu Alman milli takımı, içinde bulunduğu B grubundan Hırvatistan'ın ardından 2.olarak çıkmıştı 6 puanla ve futbolu çok da muhteşem değildi. Fakat 3-2 kazandıkları Portekiz maçında yine çok iyi oynamamalarına karşın duran top organizasyonlarına ve rakibinin diğer zaaflarına o kadar iyi çalışmıştı ki Löw yarı finalde Türkiye'nin karşısına onun dehası olmadan çıkmaları çok zordu. Nitekim Türkiye maçında da Türkiye'nin zaman zaman çok daha etkili olmasına rağmen doğru taktik hamleleri ile final vizesini kapmıştı.
Geçen 2 senede Löw'ün kendini daha da geliştirdiğini görebiliyoruz. Bu 2 senelik süreci başarıyla atlatan ve buraya gelirken de son Avrupa Şampiyonası 3.sü Rusya ile olan gruptan 10 maçta 26 puan bularak G.Afrika'ya gelmeye hak kazanmışlardı. Löw bu süreç içerisinde istediklerini daha rahat uygulatabileceği genç,dinamik,güçlü ve zeki bir kadro da kurdu ve bu sayede Dünya Kupası'nı domine etti. Euro 2008 kadrosundaki yaşını almış oyuncuların yerini 2009 daki 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası'nı kazanan U-21 takımındaki başarılı oyuncularla doldurup,Boateng,Khedira,Mesut ve Marin gibi, tecrübe ile dinamizm ve yeteneği harmanlatan Löw muhteşem adeta makine gibi bir takımı kurmuş oldu. Takımın şablonunu uzun uzun anlatmaya gerek yok:
Başarılı ve genç bir kalecileri var stoperleri uzun kule gibi çok atletik oyuncular olmasa da özellikle eski sağ bek Friedrich bu turnuvada çok etkiliydi, sağ bekleri Lahm turnuvanın en çok bindirme yapan beki ve bir sürü atakta payı var ve muhteşem bir turnuva geçiriyor. Lahm zaten sağ kanatta Müller le birlikte muhteşem bir ikili oluşturdu. Sol bek Jerome Boateng çok daha defansif bir görüntü verse de o alandan da açık vermiyorlar ve savunma anlamında diğer bir çok takıma göre defans bölgesine iş düşmedi ama yine de 2 büyük favori İngiltere ve Arjantin, Gana-Sırbistan gibi grup maçlarına rağmen kalelerinde sadece 2 gol görmelerinin hiçbir bahanesi olamaz.
Orta sahada Ballack'ın olmaması gerçekten Almanlar için bu turnuvada çok hayırlı olmuş. Zaten 33 yaşına gelmiş, fizik olarak artık daha ileri gidemeyecek bir oyuncu Ballack, nitekim Ancelotti de bu sebeple kendisiyle sözleşme yenilemedi ve Ballack eski takımı Leverkusen'in yolunu tuttu. Artık yavaş yavaş bağımlı olduğu Ballack'a bağımlı oynamaya alışmış Alman milli takımı bu turnuvada korkusunun üstüne giden bir çocuk gibi korkusunu yendi. O bölgesinde oynayan Sami Khedira ve Louis van Gaal'in bu sezon ilk kez bu bölgede oynatmaya başladığı Schweinsteiger muhteşem bir ikili oluşturdular. Özellikle Schweinsteiger hücuma yaptığı katkılarla ve orta sahada koşan basan görüntüsüyle turnuvanın en iyi oyuncularından biri olmayı başardı, en son olarak Arjantin maçında ceza sahası içinde çalım ve dribling in ardından yaptığı muhteşem asisti verebiliriz hücuma katkısına. Solda podolski ortada mesut ve sağda Müller tam anlamıyla modern futbolun gereklerini yapan üstün oyun zekalarıyla, ve Mesut özellikle paslarıyla, Almanya'ya hücumda aşırı katkı sağlıyorlar. Müller de turnuvada herkesin dikkatini çeken,ve bu konumuna sadece 1 senede ulaşan, bir yıldız olarak oyunu harika okuyabiliyor. Galatasaray yazısında aranan kanat oyuncusunun niteliklerini sıralarken saydığım içeri sürekli kesmesinin, adam eksitlmesinin ve kendini içeri kestiğinde sıkça unutturup gol vuruşunu yapma gibi özellikler Müller'de de var, Podolski'de de. Mesut da gerek sağda gerek solda dolanarak gerideki ortasahadan top alıp kanatlara yayarak veya ayağa,ileri oynayarak ve de ceza sahası içine kaçan forvetleri topla buluşturarak harikalar yaratıyor. Klose gibi oyunu son derece iyi okuyabilen,nereye gitmesi gerektiğini bilen,15 saniye sonrasını düşünüp nerde ne zaman duracağını bilen, kafa vuruşu ustası ve Dünya Kupası golcüsü gibi bir forvetle de Almanya atakta iyice kusursuzlaşıyor.
Zaten Almanlar rakip ceza sahasına 5 kişi en az giriyorlar ve hemen ceza sahası dışında khedira, lahm gibi destek veren oyuncular da düşünüldüğünde aşırı organize atak yapıyorlar. Arjantin maçında daha iyi görme fırsatımız oldu; takım savunmasını da organize yapıyorlar. Ne kadar güçsüz ve kopuk bir orta sahası olursa olsun Arjantin'in yetenekleri forvetlerine ve bazen orta sahada top döndürülürken çok çabuk geri gelip yeri geldi mi 2 kişi basarak, pres ile boş alan bırakmamaya çalışarak savunmada da çok başarılı olduklarını gösterdiler. Bu genç ve başarılı takımın pek çok oyuncusu da turnuva bitimiyle 1-2 sezon içerisinde en geç çok önemli takımların yolunu tutacaklardır.
Özetle bu muhteşem takımın mimarı Löw'ü ve talebelerini, Almanya'yı seven sevmeyen tüm futbol severlere zevkle izlettikleri için tebrik ediyoruz.
Yazımı bitirirken van Gaal'e de bir parantez açmak istiyorum: Löw her ne kadar büyük bir deha olup bu başarının mimarı da olsa, van Gaal'in de bu takımda dolaylı da olsa önemli katkısı var. Bu
lige sıkıntılı başlayıp çok başarılı bir sezon geçiren Bayern'in hocası, bu milli takımda oynayan Müller'i keşfetmesi ve ona 30 küsür milyon euro ödenen Gomez gibi, Klose gibi oyunculardan daha çok şans vererek şu an kupada adından en çok söz ettiren büyük yıldızlardan birini parlatmış oldu. Schweinsteiger'i kanattan alıp ondan muhteşem bir orta saha olacağını anlaması ve yaratması, milli takımla yer alan Badstuber gibi bir başka genci çok kritik maçlarda oynatarak Alman futboluna kazandırması gibi faktörlerden ötürü van Gaal'in de bu başarı da payı vardır.
Daha önce 2 kez Türkiye tecrübesi olan Löw'ün o zamanlarını malesef hiç hatırlamıyorum yaşım sebebiyle. Bu futbol dehası adamla ilk kez tanışmam Euro 2008 olmuş ve ilk kez kendisindeki üstün taktik zekasını farketmem de aynı turnuvanın çeyrek final maçı olan Portekiz maçında olmuştu. Çeyrek finale kadar çok da iyi oynamıyordu Alman milli takımı, içinde bulunduğu B grubundan Hırvatistan'ın ardından 2.olarak çıkmıştı 6 puanla ve futbolu çok da muhteşem değildi. Fakat 3-2 kazandıkları Portekiz maçında yine çok iyi oynamamalarına karşın duran top organizasyonlarına ve rakibinin diğer zaaflarına o kadar iyi çalışmıştı ki Löw yarı finalde Türkiye'nin karşısına onun dehası olmadan çıkmaları çok zordu. Nitekim Türkiye maçında da Türkiye'nin zaman zaman çok daha etkili olmasına rağmen doğru taktik hamleleri ile final vizesini kapmıştı.
Geçen 2 senede Löw'ün kendini daha da geliştirdiğini görebiliyoruz. Bu 2 senelik süreci başarıyla atlatan ve buraya gelirken de son Avrupa Şampiyonası 3.sü Rusya ile olan gruptan 10 maçta 26 puan bularak G.Afrika'ya gelmeye hak kazanmışlardı. Löw bu süreç içerisinde istediklerini daha rahat uygulatabileceği genç,dinamik,güçlü ve zeki bir kadro da kurdu ve bu sayede Dünya Kupası'nı domine etti. Euro 2008 kadrosundaki yaşını almış oyuncuların yerini 2009 daki 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası'nı kazanan U-21 takımındaki başarılı oyuncularla doldurup,Boateng,Khedira,Mesut ve Marin gibi, tecrübe ile dinamizm ve yeteneği harmanlatan Löw muhteşem adeta makine gibi bir takımı kurmuş oldu. Takımın şablonunu uzun uzun anlatmaya gerek yok:
Başarılı ve genç bir kalecileri var stoperleri uzun kule gibi çok atletik oyuncular olmasa da özellikle eski sağ bek Friedrich bu turnuvada çok etkiliydi, sağ bekleri Lahm turnuvanın en çok bindirme yapan beki ve bir sürü atakta payı var ve muhteşem bir turnuva geçiriyor. Lahm zaten sağ kanatta Müller le birlikte muhteşem bir ikili oluşturdu. Sol bek Jerome Boateng çok daha defansif bir görüntü verse de o alandan da açık vermiyorlar ve savunma anlamında diğer bir çok takıma göre defans bölgesine iş düşmedi ama yine de 2 büyük favori İngiltere ve Arjantin, Gana-Sırbistan gibi grup maçlarına rağmen kalelerinde sadece 2 gol görmelerinin hiçbir bahanesi olamaz.
Orta sahada Ballack'ın olmaması gerçekten Almanlar için bu turnuvada çok hayırlı olmuş. Zaten 33 yaşına gelmiş, fizik olarak artık daha ileri gidemeyecek bir oyuncu Ballack, nitekim Ancelotti de bu sebeple kendisiyle sözleşme yenilemedi ve Ballack eski takımı Leverkusen'in yolunu tuttu. Artık yavaş yavaş bağımlı olduğu Ballack'a bağımlı oynamaya alışmış Alman milli takımı bu turnuvada korkusunun üstüne giden bir çocuk gibi korkusunu yendi. O bölgesinde oynayan Sami Khedira ve Louis van Gaal'in bu sezon ilk kez bu bölgede oynatmaya başladığı Schweinsteiger muhteşem bir ikili oluşturdular. Özellikle Schweinsteiger hücuma yaptığı katkılarla ve orta sahada koşan basan görüntüsüyle turnuvanın en iyi oyuncularından biri olmayı başardı, en son olarak Arjantin maçında ceza sahası içinde çalım ve dribling in ardından yaptığı muhteşem asisti verebiliriz hücuma katkısına. Solda podolski ortada mesut ve sağda Müller tam anlamıyla modern futbolun gereklerini yapan üstün oyun zekalarıyla, ve Mesut özellikle paslarıyla, Almanya'ya hücumda aşırı katkı sağlıyorlar. Müller de turnuvada herkesin dikkatini çeken,ve bu konumuna sadece 1 senede ulaşan, bir yıldız olarak oyunu harika okuyabiliyor. Galatasaray yazısında aranan kanat oyuncusunun niteliklerini sıralarken saydığım içeri sürekli kesmesinin, adam eksitlmesinin ve kendini içeri kestiğinde sıkça unutturup gol vuruşunu yapma gibi özellikler Müller'de de var, Podolski'de de. Mesut da gerek sağda gerek solda dolanarak gerideki ortasahadan top alıp kanatlara yayarak veya ayağa,ileri oynayarak ve de ceza sahası içine kaçan forvetleri topla buluşturarak harikalar yaratıyor. Klose gibi oyunu son derece iyi okuyabilen,nereye gitmesi gerektiğini bilen,15 saniye sonrasını düşünüp nerde ne zaman duracağını bilen, kafa vuruşu ustası ve Dünya Kupası golcüsü gibi bir forvetle de Almanya atakta iyice kusursuzlaşıyor.
Zaten Almanlar rakip ceza sahasına 5 kişi en az giriyorlar ve hemen ceza sahası dışında khedira, lahm gibi destek veren oyuncular da düşünüldüğünde aşırı organize atak yapıyorlar. Arjantin maçında daha iyi görme fırsatımız oldu; takım savunmasını da organize yapıyorlar. Ne kadar güçsüz ve kopuk bir orta sahası olursa olsun Arjantin'in yetenekleri forvetlerine ve bazen orta sahada top döndürülürken çok çabuk geri gelip yeri geldi mi 2 kişi basarak, pres ile boş alan bırakmamaya çalışarak savunmada da çok başarılı olduklarını gösterdiler. Bu genç ve başarılı takımın pek çok oyuncusu da turnuva bitimiyle 1-2 sezon içerisinde en geç çok önemli takımların yolunu tutacaklardır.
Özetle bu muhteşem takımın mimarı Löw'ü ve talebelerini, Almanya'yı seven sevmeyen tüm futbol severlere zevkle izlettikleri için tebrik ediyoruz.
Yazımı bitirirken van Gaal'e de bir parantez açmak istiyorum: Löw her ne kadar büyük bir deha olup bu başarının mimarı da olsa, van Gaal'in de bu takımda dolaylı da olsa önemli katkısı var. Bu
lige sıkıntılı başlayıp çok başarılı bir sezon geçiren Bayern'in hocası, bu milli takımda oynayan Müller'i keşfetmesi ve ona 30 küsür milyon euro ödenen Gomez gibi, Klose gibi oyunculardan daha çok şans vererek şu an kupada adından en çok söz ettiren büyük yıldızlardan birini parlatmış oldu. Schweinsteiger'i kanattan alıp ondan muhteşem bir orta saha olacağını anlaması ve yaratması, milli takımla yer alan Badstuber gibi bir başka genci çok kritik maçlarda oynatarak Alman futboluna kazandırması gibi faktörlerden ötürü van Gaal'in de bu başarı da payı vardır.
Yeni Sezonda Galatasaray
Bir önceki yazım bir düşünce yazısından çok Galatasaray'ın transfer sezonundaki mevcut durumunu özetleme amaçlıydı. Bu yazımda ise Galatasaray'ın transfer stratejisini ve bu stratejiyi baz alarak yeni sezonda Galatasaray'dan beklentilerimi paylaşacağım. Tabii henüz daha çok erken; Galatasaray henüz ne büyük bir transfer yaptı ne de bir hazırlık maçına çıktı bu yüzden bazı analiz ve beklentileri şimdilik varsayımlar üzerinden yapacağım.
İlk olarak Galatasaray'ın transfer politikasını pek yanlış bulmadığımı söylemeliyim; tabii satılanların yerleri doldurulursa. Önceki yazıda çok kısaca değindiğim gibi takımların ekonomik durumlarının çok sıkıca inceleneceği ve borcu yüksek takımların Avrupa kupalarından men cezası gibi cezalar alabileceği sıkı bir denetim dönemine UEFA takımları yavaş yavaş alışmayı öneriyor. Bu açıdan gerek sponsor gelirleri gerek kıtasal kupa katılım gelirleri( UEFA Avrupa Ligi) gerek de stadyum gelirleri açısından çok parlak bir konumda bulunmayan Galatasaray'ın sağlıksız şekilde para harcamaması bir taraftar olarak beni memnun ediyor; çünkü bu işi uzun vadede de düşünmek gerekiyor. Tabii ki burda yönetimi eleştirmem gereken bir nokta var, o da kadro derinliği. Rijkaard ve teknik ekibinin de çözüm bulamadığı sakatlık problemlerinden bir türlü kurtulamayan bir Galatasaray takımı var elde. Ve bu sakatlıklar takımda ilk 11'de yer bulmayan oyuncuları daha da önemli hale getiriyor. Bu açıdan bu kadar çok sayıda oyuncunun satılması kadro derinliğini muhakkak olumsuz yönde etkiler. Özellikle de geçen sezon sayısı 5 olan ( Arda, Keita,Caner,Santos,Kewell) olan kanat oyuncusu sayısı şu an 2 veya 3 e düşmüş durumda.( Arda, S.Özkan ve belki Kewell)
Fakat çok da ümitsiz olmamak gerek; sonuçta henüz transfer döneminin çok başındayız ve yönetim kesin olarak yabancı transferi yapacaktır. Takıma 2 adet( ekonomik şartlar zorlarsa 1) orta saha oyuncusu takviyesi yapılmasından yanayım. Geçen sezon şubat ayındaki Antalyaspor kupa maçları hariç hemen her maç etkisiz oyunuyla Elano ve arkasında oynayan düz 2 oyuncu olan Mustafa Sarp ve Mehmet Topal lı orta saha göbeğinin takımı taşımayacağı açıkça görüldü. Rijkaard'ın kafasındaki total futbolu oynamanın yolunun güçlü bir orta sahadan geçtiğini görebiliyoruz. Buna verilebilecek de onlarca örnek var; müthiş orta sahasıyla oynayan ve turnuvanın 2 favori takımına 4'er gol atan Almanya, kendisinden beklenenden daha vasat oynasa da güçlü orta sahalı Hollanda ve tabii ki Barcelona orta sahasından (dmc-mc-mc) oluşan İspanya. Faal futbolcular içinde bir numara gösterilen Messi'nin Arjantin'inin ise zayıf orta sahasıyla darmadağın olduğunu gördük. Bu da bize açıkça iyi,güçlü ve iddialı bir takımın orta sahasının göbeğini hem hücum hem de savunma olarak çok başarılı olması gerektiğini gösteriyor. Tabii ki adı geçen takımlar ve orta sahaları dünya futbolunun en iyi örnekleri; bunları Galatasaray'da beklemek gerçekçi olmaz ama daha küçük ölçekte Galatasaray bunu Türkiye liginde gerçekleştirebilir. İsmi geçen orta sahalardan Kallström, Annan, Mahamadou Diarra(pek olası görmüyorum bu transferi), Uruguaylı Alevaro, Ledesma ve Tİago gibi oyunculardan bazıları heyecan verici. Sıkı pazarlık ederek kulübün maddi çıkarları ön planda tutularak bu oyuncular veya bunlar kalitesinde-veya potansiyelinde- 2 orta saha oyuncusu transfer edildiği takdirde Galatasaray'ın çok rahatlayacağını düşünüyorum. Orta saha oyuncularından önde oynayanın kriterleri: oyuncunun topu iyi kullanması( atak yönünü çabuk değiştirebilen, oyunu okuyabilen, boş alanları görebilen), oyuncunun hem hücum hem de savunmada etkin rol alması (bir barcelona olmadığınız ve topu sürekli kendinizde tutmadığınız sürece iyi de savunma yapmanız, önde basmanı ve boş alan bırakmayarak rakibi hataya zorlamanız gerekiyor) ve son kriter de fizik gücünün iyi derecede olması.( oldukça sert oynanan ligimizde bazı "kadife" futbolcular gibi silinip gitmemesi). Defansa daha yakın oynanacak oyuncu için de bu kriterler hemen hemen aynı; tek fark bu oyuncunun fizik gücünün ve defansif yeteneklerinin daha donanımlı olması ve pas yeteneklerinin de yine bu lig için iyi olması. Böyle 2 transferin yapılması durumunda geçen sezon bir bakıma 4-4-2 formasyonunu andıran kanat oyununu biraz daha pas oyunuyla dengeleyeceğiz demek oluyor. Zira orta sahada pas yetenekleri kısıtlı olan oyuncuların oynaması takımı daha çok tipik kanat akınlarına mecbur bırakıyordu. Oluşacak güçlü orta sahalı takımda ayağa paslarla oynayan, top kendilerindeyken ileri oynayan bir oyun ile rakip ceza alanına kanatlardan girme yükümlülüğü kalkacaktır. Yetenekli oyuncular da koşu yollarına atacakları ara paslarla pek çok fırsat yakalatabilirler Baros'a, bu açıdan Baros onların seveceği bir forvet.
2 orta saha transferi durumunda geriye kanımca bir stoper ve alternatif yaratmak için bir kanat oyuncusu kalıyor. Klasik olacağı için çok uzatmadan anlatacağım stoperi: olgun, savunmacıları yönlendirebilecek ve topu oyuna sokma beceresi olan bir stoper. Adı geçen Marquez, her ne kadar transferi rafa kalksa da, verilebilecek en uygun örnek. Tabii ki onun ayarında birisini getirmek çok zor ve masraflı olur, benim kastettiğim daha düşük ölçekte oyuncular. Adı geçen Mathijsen kötü bir stoper değil. Kanat oyuncusu ise iki türlü olabilir ya rakip beki dinamizmi ile yoracak ve hücuma çıkmaktan alıkoyacak genç, orta açma becerisi iyi olan bir kanat oyuncusu. Ya da daha tecrübeli, ki 4-3-3 sistemine daha uygun bir kanat tarzı budur, oyun zekası üst düzey olan sürekli çizgide kalmaktan ziyade ceza alanı içine sıkça girip tehlike yaratıp gol bulabilecek bir kanat lazım. Bolca içeri kesmesi lazım yani; ikinci bir Kewell diyebiliriz.
Eline iyi miktarda para geçmiş olan Galatasaray'ın bu transferleri yapma olasılığını gerçekçi buluyorum. Nitekim başkan Polat 2 orta saha alınacağını açıkladı zaten. 15 milyon euro gibi bir para elde edildi, elano'nun yüksek bir bir fiyata satışı söz konusu. Tüm bunlar bu transferlerin olma şansını arttırıyor. Bu transferler olduğu ve takıma sorunsuz bir şekilde adapte olması durumunda tek soru işareti geçen sezon ben dahil çoğu taraftarı tatmin edememiş Rijkaard kalıyor. Kendisine başarılar diliyoruz.
Not: Keita'nın gitmesine şiddetli tepkiler gösteren taraftarlara kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Keita'nın tekniği ve özellikle fiziği(hız + güç) gerçekten iyiydi. Fakat bu oyuncunun takımın en iyi oyuncusu olduğunu düşünmüyorum. Aslına bakılırsa, Atletico Madrid deplasman maçı ve birkaç maç daha hariç Keita'nın özellikle önemli maçlarda varlığını pek göremedik. Derbilerde etkili değildi. Taraftarı çalımlarıyla hayran bıraktı; ancak çalımladığı çoğu oyuncu küçük takım oyuncularıydı bu unutulmamalı. Ligin başındaki iyi oyunun mimarlarından Kewell ve Baros'un sakatlığı ve Arda'nın formsuzluğuyla birlikte düşüşe geçen Galatasaray'da çok etkili değildi. Daha çok bu kilit oyuncular varken ve kilit rahat aşılıyorken kendisini sergileyebiliyordu; yani maç kazandırmaktan çok iyi giden maçta göze hoş gelen hareketler yapıyordu. Ve en önemlisi; kendisi istemiş Al-Sadd'a gitmeyi. Galatasaray gibi hedefleri olan bir kulübün bir oyuncusu daima Avrupa'nın önemli takımlarına gitmeyi hedeflemelidir. Al-Sadd'ı tercih eden bir oyuncunun hedefi,azmi kalmamış demektir ve böyle oyuncu Galatasaray'a fayda sağlamaz.
İlk olarak Galatasaray'ın transfer politikasını pek yanlış bulmadığımı söylemeliyim; tabii satılanların yerleri doldurulursa. Önceki yazıda çok kısaca değindiğim gibi takımların ekonomik durumlarının çok sıkıca inceleneceği ve borcu yüksek takımların Avrupa kupalarından men cezası gibi cezalar alabileceği sıkı bir denetim dönemine UEFA takımları yavaş yavaş alışmayı öneriyor. Bu açıdan gerek sponsor gelirleri gerek kıtasal kupa katılım gelirleri( UEFA Avrupa Ligi) gerek de stadyum gelirleri açısından çok parlak bir konumda bulunmayan Galatasaray'ın sağlıksız şekilde para harcamaması bir taraftar olarak beni memnun ediyor; çünkü bu işi uzun vadede de düşünmek gerekiyor. Tabii ki burda yönetimi eleştirmem gereken bir nokta var, o da kadro derinliği. Rijkaard ve teknik ekibinin de çözüm bulamadığı sakatlık problemlerinden bir türlü kurtulamayan bir Galatasaray takımı var elde. Ve bu sakatlıklar takımda ilk 11'de yer bulmayan oyuncuları daha da önemli hale getiriyor. Bu açıdan bu kadar çok sayıda oyuncunun satılması kadro derinliğini muhakkak olumsuz yönde etkiler. Özellikle de geçen sezon sayısı 5 olan ( Arda, Keita,Caner,Santos,Kewell) olan kanat oyuncusu sayısı şu an 2 veya 3 e düşmüş durumda.( Arda, S.Özkan ve belki Kewell)
Fakat çok da ümitsiz olmamak gerek; sonuçta henüz transfer döneminin çok başındayız ve yönetim kesin olarak yabancı transferi yapacaktır. Takıma 2 adet( ekonomik şartlar zorlarsa 1) orta saha oyuncusu takviyesi yapılmasından yanayım. Geçen sezon şubat ayındaki Antalyaspor kupa maçları hariç hemen her maç etkisiz oyunuyla Elano ve arkasında oynayan düz 2 oyuncu olan Mustafa Sarp ve Mehmet Topal lı orta saha göbeğinin takımı taşımayacağı açıkça görüldü. Rijkaard'ın kafasındaki total futbolu oynamanın yolunun güçlü bir orta sahadan geçtiğini görebiliyoruz. Buna verilebilecek de onlarca örnek var; müthiş orta sahasıyla oynayan ve turnuvanın 2 favori takımına 4'er gol atan Almanya, kendisinden beklenenden daha vasat oynasa da güçlü orta sahalı Hollanda ve tabii ki Barcelona orta sahasından (dmc-mc-mc) oluşan İspanya. Faal futbolcular içinde bir numara gösterilen Messi'nin Arjantin'inin ise zayıf orta sahasıyla darmadağın olduğunu gördük. Bu da bize açıkça iyi,güçlü ve iddialı bir takımın orta sahasının göbeğini hem hücum hem de savunma olarak çok başarılı olması gerektiğini gösteriyor. Tabii ki adı geçen takımlar ve orta sahaları dünya futbolunun en iyi örnekleri; bunları Galatasaray'da beklemek gerçekçi olmaz ama daha küçük ölçekte Galatasaray bunu Türkiye liginde gerçekleştirebilir. İsmi geçen orta sahalardan Kallström, Annan, Mahamadou Diarra(pek olası görmüyorum bu transferi), Uruguaylı Alevaro, Ledesma ve Tİago gibi oyunculardan bazıları heyecan verici. Sıkı pazarlık ederek kulübün maddi çıkarları ön planda tutularak bu oyuncular veya bunlar kalitesinde-veya potansiyelinde- 2 orta saha oyuncusu transfer edildiği takdirde Galatasaray'ın çok rahatlayacağını düşünüyorum. Orta saha oyuncularından önde oynayanın kriterleri: oyuncunun topu iyi kullanması( atak yönünü çabuk değiştirebilen, oyunu okuyabilen, boş alanları görebilen), oyuncunun hem hücum hem de savunmada etkin rol alması (bir barcelona olmadığınız ve topu sürekli kendinizde tutmadığınız sürece iyi de savunma yapmanız, önde basmanı ve boş alan bırakmayarak rakibi hataya zorlamanız gerekiyor) ve son kriter de fizik gücünün iyi derecede olması.( oldukça sert oynanan ligimizde bazı "kadife" futbolcular gibi silinip gitmemesi). Defansa daha yakın oynanacak oyuncu için de bu kriterler hemen hemen aynı; tek fark bu oyuncunun fizik gücünün ve defansif yeteneklerinin daha donanımlı olması ve pas yeteneklerinin de yine bu lig için iyi olması. Böyle 2 transferin yapılması durumunda geçen sezon bir bakıma 4-4-2 formasyonunu andıran kanat oyununu biraz daha pas oyunuyla dengeleyeceğiz demek oluyor. Zira orta sahada pas yetenekleri kısıtlı olan oyuncuların oynaması takımı daha çok tipik kanat akınlarına mecbur bırakıyordu. Oluşacak güçlü orta sahalı takımda ayağa paslarla oynayan, top kendilerindeyken ileri oynayan bir oyun ile rakip ceza alanına kanatlardan girme yükümlülüğü kalkacaktır. Yetenekli oyuncular da koşu yollarına atacakları ara paslarla pek çok fırsat yakalatabilirler Baros'a, bu açıdan Baros onların seveceği bir forvet.
2 orta saha transferi durumunda geriye kanımca bir stoper ve alternatif yaratmak için bir kanat oyuncusu kalıyor. Klasik olacağı için çok uzatmadan anlatacağım stoperi: olgun, savunmacıları yönlendirebilecek ve topu oyuna sokma beceresi olan bir stoper. Adı geçen Marquez, her ne kadar transferi rafa kalksa da, verilebilecek en uygun örnek. Tabii ki onun ayarında birisini getirmek çok zor ve masraflı olur, benim kastettiğim daha düşük ölçekte oyuncular. Adı geçen Mathijsen kötü bir stoper değil. Kanat oyuncusu ise iki türlü olabilir ya rakip beki dinamizmi ile yoracak ve hücuma çıkmaktan alıkoyacak genç, orta açma becerisi iyi olan bir kanat oyuncusu. Ya da daha tecrübeli, ki 4-3-3 sistemine daha uygun bir kanat tarzı budur, oyun zekası üst düzey olan sürekli çizgide kalmaktan ziyade ceza alanı içine sıkça girip tehlike yaratıp gol bulabilecek bir kanat lazım. Bolca içeri kesmesi lazım yani; ikinci bir Kewell diyebiliriz.
Eline iyi miktarda para geçmiş olan Galatasaray'ın bu transferleri yapma olasılığını gerçekçi buluyorum. Nitekim başkan Polat 2 orta saha alınacağını açıkladı zaten. 15 milyon euro gibi bir para elde edildi, elano'nun yüksek bir bir fiyata satışı söz konusu. Tüm bunlar bu transferlerin olma şansını arttırıyor. Bu transferler olduğu ve takıma sorunsuz bir şekilde adapte olması durumunda tek soru işareti geçen sezon ben dahil çoğu taraftarı tatmin edememiş Rijkaard kalıyor. Kendisine başarılar diliyoruz.
Not: Keita'nın gitmesine şiddetli tepkiler gösteren taraftarlara kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Keita'nın tekniği ve özellikle fiziği(hız + güç) gerçekten iyiydi. Fakat bu oyuncunun takımın en iyi oyuncusu olduğunu düşünmüyorum. Aslına bakılırsa, Atletico Madrid deplasman maçı ve birkaç maç daha hariç Keita'nın özellikle önemli maçlarda varlığını pek göremedik. Derbilerde etkili değildi. Taraftarı çalımlarıyla hayran bıraktı; ancak çalımladığı çoğu oyuncu küçük takım oyuncularıydı bu unutulmamalı. Ligin başındaki iyi oyunun mimarlarından Kewell ve Baros'un sakatlığı ve Arda'nın formsuzluğuyla birlikte düşüşe geçen Galatasaray'da çok etkili değildi. Daha çok bu kilit oyuncular varken ve kilit rahat aşılıyorken kendisini sergileyebiliyordu; yani maç kazandırmaktan çok iyi giden maçta göze hoş gelen hareketler yapıyordu. Ve en önemlisi; kendisi istemiş Al-Sadd'a gitmeyi. Galatasaray gibi hedefleri olan bir kulübün bir oyuncusu daima Avrupa'nın önemli takımlarına gitmeyi hedeflemelidir. Al-Sadd'ı tercih eden bir oyuncunun hedefi,azmi kalmamış demektir ve böyle oyuncu Galatasaray'a fayda sağlamaz.
Galatasaray'da Transfer Sezonu
Ligin son düdüğü ile Rijkaard'la ilk sezonunu bitirmiş olan Galatasaray, sezonu 3.sırada bitirmişti. 2008-2009 sezonu gibi ligi yine kendi statüsüne yakışmayan bir yerde bitiren Galatasaray'ın transfer sezonuna son 2 sene gibi hızlı girmesi bekleniyordu. Ancak beklenilenin tam aksi oldu ve rakipleri futbolcu alırken Galatasaray birçok futbolcusuyla yollarını ayırdı.
Kiralık kontratları sona eren Jo Alves, Giovanni dos Santos ve Caner Erkin'le sözleşme imzalamamayı tercih eden Galatasaray, Emre Güngör'ü G.Antep'e(2 milyon tl) Uğur Uçar'ı Ankaragücü'ne(1.3 milyon tl) M.Topal'ı Valencia'ya (5 milyon euro) ve en son olarak da Kader Keita'yı Al-Sadd kulübüne(8.15 milyon euro) sattı. Bunların yanında gelecek vaat eden gençleri Semih Kaya,Murat Akça,Serdar Eylik ve son 2 sezonu Diyarbakırspor'da kirada geçirmiş olan Erhan Şentürk'ü Çağlar Birinci takası karşılığı Denizlispor'a verdi. Şu sıralar sıcak bir gelişme olarak da Elano'nun Juventus'a transferi olası durumda gözüküyor.( 12 milyon euro veya tiago + para gibi bir formülle) Harry Kewell'ın ise takımda şu an için takımda tutulup tutulmayacağı soru işareti... Rijkaard'ın kendisine daha önce onu takımda görmek istediğini söylediğini bir röportajda belirtmişti Kewell.
Bu kadar oyuncuyla yollarını ayırmış, ve bir-ikisiyle de ayırma olasılığı muhtemel olan Galatasaray, transfer sezonuna yaptığı başlangıçla pek çok taraftarını endişelendiriyor. Şu ana kadar transfer edilen oyuncular ise şöyle; Serdar Özkan( Beşiktaş- bedelsiz), Ali Turan(Kayserispor-bedelsiz), Çağlar Birinci( Denizlispor-takas), Mehmet Batdal(Bucaspor-bedelsiz) ve Musa Çağıran(Altay-undisc.). Nitekim şu ana değin transfer edilen 5 türk oyuncu taraftarı tatmin etmiş değil. Fakat bu isimlerin hemen hepsi-özellikle serdar ve ali turan dışındakiler- oldukça genç ve büyük takım tecrübesi bulunmayan oyuncular; bu da bu isimlerin doğrudan kadroda yer bulma ihtimallerini düşürüyor. Zaten Galatasaray yönetimi de bu transferlerle yetinmeyi düşünmüyor. UEFA'nın önümüzdeki birkaç yıl içerisinde kulüplerin borçlarını çok daha detaylı inceleyeceğini göz önünde bulunduran yönetim, son 2 yıl gibi kısıtlı parayı savurganca harcamak yerine transferler için parayı oyuncu satarak karşılama yoluna gitti. Eline geçen parayla ilk olarak defansif yönü kuvvetli bir orta sahayı hedef seçen Rijkaard'ın bunun dışında stoper ve geçen seneye göre zayıflayan kanat bölgesine 1er takviye yapması bekleniyor.
Başkan Polat'ın açıklamaları da transferin uzak olmadığını doğrular nitelikte:
"5 önemli futbolcuyla prensip anlaşmasına vardık. Bu isimlerden 2 tanesini ile sözleşme imzalayacağız."
Kiralık kontratları sona eren Jo Alves, Giovanni dos Santos ve Caner Erkin'le sözleşme imzalamamayı tercih eden Galatasaray, Emre Güngör'ü G.Antep'e(2 milyon tl) Uğur Uçar'ı Ankaragücü'ne(1.3 milyon tl) M.Topal'ı Valencia'ya (5 milyon euro) ve en son olarak da Kader Keita'yı Al-Sadd kulübüne(8.15 milyon euro) sattı. Bunların yanında gelecek vaat eden gençleri Semih Kaya,Murat Akça,Serdar Eylik ve son 2 sezonu Diyarbakırspor'da kirada geçirmiş olan Erhan Şentürk'ü Çağlar Birinci takası karşılığı Denizlispor'a verdi. Şu sıralar sıcak bir gelişme olarak da Elano'nun Juventus'a transferi olası durumda gözüküyor.( 12 milyon euro veya tiago + para gibi bir formülle) Harry Kewell'ın ise takımda şu an için takımda tutulup tutulmayacağı soru işareti... Rijkaard'ın kendisine daha önce onu takımda görmek istediğini söylediğini bir röportajda belirtmişti Kewell.
Bu kadar oyuncuyla yollarını ayırmış, ve bir-ikisiyle de ayırma olasılığı muhtemel olan Galatasaray, transfer sezonuna yaptığı başlangıçla pek çok taraftarını endişelendiriyor. Şu ana kadar transfer edilen oyuncular ise şöyle; Serdar Özkan( Beşiktaş- bedelsiz), Ali Turan(Kayserispor-bedelsiz), Çağlar Birinci( Denizlispor-takas), Mehmet Batdal(Bucaspor-bedelsiz) ve Musa Çağıran(Altay-undisc.). Nitekim şu ana değin transfer edilen 5 türk oyuncu taraftarı tatmin etmiş değil. Fakat bu isimlerin hemen hepsi-özellikle serdar ve ali turan dışındakiler- oldukça genç ve büyük takım tecrübesi bulunmayan oyuncular; bu da bu isimlerin doğrudan kadroda yer bulma ihtimallerini düşürüyor. Zaten Galatasaray yönetimi de bu transferlerle yetinmeyi düşünmüyor. UEFA'nın önümüzdeki birkaç yıl içerisinde kulüplerin borçlarını çok daha detaylı inceleyeceğini göz önünde bulunduran yönetim, son 2 yıl gibi kısıtlı parayı savurganca harcamak yerine transferler için parayı oyuncu satarak karşılama yoluna gitti. Eline geçen parayla ilk olarak defansif yönü kuvvetli bir orta sahayı hedef seçen Rijkaard'ın bunun dışında stoper ve geçen seneye göre zayıflayan kanat bölgesine 1er takviye yapması bekleniyor.
Başkan Polat'ın açıklamaları da transferin uzak olmadığını doğrular nitelikte:
"5 önemli futbolcuyla prensip anlaşmasına vardık. Bu isimlerden 2 tanesini ile sözleşme imzalayacağız."
Uruguay - Hollanda Maçından Notlar
- Uruguay'ın elenmesiyle tarihte ilk defa Avrupa dışında düzenlenen bir Dünya Kupası'nı Avrupalı bir takım kazanacak
- Sneijder'in golü bariz ofsayttı, bu kaçıncı hakem hatası kimbilir
- Robben'in kafası ulaşılamayacak bir yere gitti, turnuvanın iyi kalecilerinden biri olan Muslera'nın yapabileceği çok bir şey yoktu
- Ömer Üründül'ün Forlan'a bir garezi var sanırsam, tüm maç eleştirdi adamı
- 86. dakikada maçı izlemeyi bıraktım, bu yüzden Uruguay'ın 2. golünü göremedim, bu da bir anı olarak bulunsun
- Sneijder'in golü ofsayt olsa da, Hollanda çok daha istekliydi, o olmasa başka pozisyondan gol bulmaları çok yüksek olasılıktı
- Hollanda tarihinde 3. kez finale çıkmış oldu
- Forlan'ın şutunu Stekelenburg çıkarabilirdi aslında. Yumurtladı demiyorum, Forlan da çok güzel vurdu, ancak daha iyi bir hamle yapabilirdi. Neyse, Van der Sar yokken en iyisi bu sanırsam
- Spiker Köyt demeyi bırakmış, hatta bir ara "Biz o ülkeden meslektaşlarımıza soruyoruz böyle okunuyor aslında" diye doğru telaffuz etti Kuyt'ı(Keüyt tarzı bir şey), ondan sonra İngilizce telaffuza devam etti(Kayt)
- Uruguay bu Dünya Kupası'nın en büyük sürprizi olmuştur sanırsam, şu noktaya kadar geleceklerine dair 10 milyonluk bahis oynasaydım sağlam para götürmüştüm
- Vuvuzelaya alışabileceğimi düşünmüştüm, ancak neredeyse finale geldik hâlâ aynı sinir bozucu etkiyi sağlıyor. Umarım Avrupa futboluna sıçramaz bu abuk alet
- Sneijder'in golü bariz ofsayttı, bu kaçıncı hakem hatası kimbilir
- Robben'in kafası ulaşılamayacak bir yere gitti, turnuvanın iyi kalecilerinden biri olan Muslera'nın yapabileceği çok bir şey yoktu
- Ömer Üründül'ün Forlan'a bir garezi var sanırsam, tüm maç eleştirdi adamı
- 86. dakikada maçı izlemeyi bıraktım, bu yüzden Uruguay'ın 2. golünü göremedim, bu da bir anı olarak bulunsun
- Sneijder'in golü ofsayt olsa da, Hollanda çok daha istekliydi, o olmasa başka pozisyondan gol bulmaları çok yüksek olasılıktı
- Hollanda tarihinde 3. kez finale çıkmış oldu
- Forlan'ın şutunu Stekelenburg çıkarabilirdi aslında. Yumurtladı demiyorum, Forlan da çok güzel vurdu, ancak daha iyi bir hamle yapabilirdi. Neyse, Van der Sar yokken en iyisi bu sanırsam
- Spiker Köyt demeyi bırakmış, hatta bir ara "Biz o ülkeden meslektaşlarımıza soruyoruz böyle okunuyor aslında" diye doğru telaffuz etti Kuyt'ı(Keüyt tarzı bir şey), ondan sonra İngilizce telaffuza devam etti(Kayt)
- Uruguay bu Dünya Kupası'nın en büyük sürprizi olmuştur sanırsam, şu noktaya kadar geleceklerine dair 10 milyonluk bahis oynasaydım sağlam para götürmüştüm
- Vuvuzelaya alışabileceğimi düşünmüştüm, ancak neredeyse finale geldik hâlâ aynı sinir bozucu etkiyi sağlıyor. Umarım Avrupa futboluna sıçramaz bu abuk alet
6 Temmuz 2010 Salı
David Lee
Ölü sezon çılgınlığı içinde en az ismi geçenlerden biri David Lee. Oysa istatistikleri oldukça iyi: 20.2 sayı, 11.7 ribaund, 3.6 asist çok iyi rakamlar. Geçen seneki Knicks'i bilen herkes bunların biraz şişirilmiş olduğunu biliyor, ancak bu David Lee'nin bayağı iyi bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmez.
Geçtiğimiz sezon Lee 1 yıl/7 milyon dolarlık bir kontrat imzalayıp asıl büyük kontratını bu yaza bırakmıştı. Ancak kendisine beklediği kontratı verebilecek çok az takım var, onların da öncelikli uzun hedefi Boozer ve Bosh. Bu sezon başı kadroya takviye yapmadıkları sürece Lee'ye ihtiyaç duyabilecek takımlar şunlar:
Charlotte
Chicago
Indiana
Miami
New Orleans
Philadelphia
Phoenix
San Antonio
Utah
Kısaca değerlendirmek gerekirse:
Charlotte: Sign and trade lazım, New York'a yarayan çok bir parçaları yok
Chicago: Boozer/Bosh ikilisini alamazsa yönelecektir
Indiana: Ne yaptıkları belli değil, zaten önerebilecek oyuncuları da yok
Miami: Chicago'yla aynı durum
New Orleans: Lüks vergisi ödemek istemiyorlar, en az 10 milyon dolardan başlayan 4+ yıllık bir kontratı isteyeceklerini hiç sanmıyorum
Philadelphia: Andre Iguodala'nın Evan Turner'la uyumuna göre sign and trade olabilir aslında
Phoenix: Amare'yi sign and trade'le yollayabilirlerdi, şu anda gemi kaçmış durumda
San Antonio: İşe yarar parçaları yok
Utah: Belki Boozer'la sign and trade olabilir, onun dışında buraya da gelmesi çok zor
İlerleyen günlerde, özellikle Bosh ve Boozer'ın durumu belli olunca göreceğiz Lee'nin napacağını. Belki yine Knicks'te kalır, ancak bu sefer hakettiği bir kontrat gerekecek bunun için.
Geçtiğimiz sezon Lee 1 yıl/7 milyon dolarlık bir kontrat imzalayıp asıl büyük kontratını bu yaza bırakmıştı. Ancak kendisine beklediği kontratı verebilecek çok az takım var, onların da öncelikli uzun hedefi Boozer ve Bosh. Bu sezon başı kadroya takviye yapmadıkları sürece Lee'ye ihtiyaç duyabilecek takımlar şunlar:
Charlotte
Chicago
Indiana
Miami
New Orleans
Philadelphia
Phoenix
San Antonio
Utah
Kısaca değerlendirmek gerekirse:
Charlotte: Sign and trade lazım, New York'a yarayan çok bir parçaları yok
Chicago: Boozer/Bosh ikilisini alamazsa yönelecektir
Indiana: Ne yaptıkları belli değil, zaten önerebilecek oyuncuları da yok
Miami: Chicago'yla aynı durum
New Orleans: Lüks vergisi ödemek istemiyorlar, en az 10 milyon dolardan başlayan 4+ yıllık bir kontratı isteyeceklerini hiç sanmıyorum
Philadelphia: Andre Iguodala'nın Evan Turner'la uyumuna göre sign and trade olabilir aslında
Phoenix: Amare'yi sign and trade'le yollayabilirlerdi, şu anda gemi kaçmış durumda
San Antonio: İşe yarar parçaları yok
Utah: Belki Boozer'la sign and trade olabilir, onun dışında buraya da gelmesi çok zor
İlerleyen günlerde, özellikle Bosh ve Boozer'ın durumu belli olunca göreceğiz Lee'nin napacağını. Belki yine Knicks'te kalır, ancak bu sefer hakettiği bir kontrat gerekecek bunun için.
Amare Stoudemire Knicks'te
Amare Stoudemire'nin New York Knicks'le 5 yıl/100 milyon dolarlık bir anlaşma yaptığı söyleniyor. Amare sonunda Phoenix'ten ayrıldı ve New York'ta yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor. New York'ta ona her hücumda yardım edecek Steve Nash olmayacak, ancak David Lee'nin geçen sene 20 sayı 11 ribaund ortalamalarını tutturduğunu düşünürsek, istatistik kağıdını doldurmakta o kadar zorluk çekeceğini sanmıyorum. Peki ya şampiyonluk? İşte onun için başka bir maksimum kontrat alacak free agent lazım. Wade şu anda Miami'ye çok yakın gözükmüyor, LeBron ise tam bir kapalı kutu. Ancak ikisinden biri bile gelirse D'Antoni altında Amare'yle beraber nasıl oynayacakları gelecek sezonun en önemli tartışma konusu olabilir.
Darko Milicic
Darko Milicic, 2003 Draft'inde 2. sıradan seçilen adam. NBA'i takip eden çoğu kişi kendisini böyle tanıyor, ve Darko'nun bir 2. sıra seçimi, hem de tarihin en iyi draft'lerinden birinin 2. sıra seçimi gibi oynaması için artık çok geç. Yine de, Darko Pistons'tan kurtulduğundan beri bir gelişim gösterdi ve şu anda ligin ortalama uzunları arasında. Minnesota Timberwolves kendisiyle 4 yıl/20 milyon dolarlık bir anlaşma imzaladı ve Darko'nun en azından önümüzdeki 4 sene daha NBA'de olmasını garantiledi. Minnesota'nın aynı zamanda Nikola Pekovic'le anlaştığını da düşünürsek, Al Jefferson'ın yakın gelecekte takas olmasını bekleyebiliriz. Bana kalırsa Darko'nun NBA'de kalması iyi oldu, çünkü kendisine düzgün süre verilirse bence kalburüstü bir uzun olabilir. Az önce dediğim gibi 2003 Draft'inin 2. sıra seçiminden bekleneni hiçbir zaman yakalayamaz belki, ama 10-12 sayı, 8-9 ribaund ve 1.5-2 blok ortalamaları ilk 5 başlayıp 30+ dakika süre alabileceği bir takımda çok da hayal değil. Bakalım aradığı fırsatı Minnesota'da bulabilecek mi.
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Joe Johnson
Hawks'la 6 yıl/119 milyon dolarlık bir anlaşma yaptığı söyleniyor. Bu anlaşmayı biraz incelemek gerekirse:
- Atlanta'nın kadroyu çok fazla geliştirme şansı yok, tahminen birkaç sene daha aynı çizgide gidecekler
- Joe Johnson son play-off serisinden sonra taraftarlarla arasını bozmuştu, bakalım nasıl düzeltecek
- Joe Johnson 34 yaşındayken yılda 24.1 milyon dolar kazanıyor olacak
Özetlemek gerekirse, Atlanta yeniden rebuilding dönemine dönmemek için haketmeyen bir oyuncuya maksimum kontrat verdi. Al Horford'ın da kontratının biteceği düşünülürse, bu takımın çok fazla ilerleyebileceğini söyleyemeyiz. Joe Johnson takımla uyuşamazsa o kontratla nasıl takas edilecek merak ediyorum.
- Atlanta'nın kadroyu çok fazla geliştirme şansı yok, tahminen birkaç sene daha aynı çizgide gidecekler
- Joe Johnson son play-off serisinden sonra taraftarlarla arasını bozmuştu, bakalım nasıl düzeltecek
- Joe Johnson 34 yaşındayken yılda 24.1 milyon dolar kazanıyor olacak
Özetlemek gerekirse, Atlanta yeniden rebuilding dönemine dönmemek için haketmeyen bir oyuncuya maksimum kontrat verdi. Al Horford'ın da kontratının biteceği düşünülürse, bu takımın çok fazla ilerleyebileceğini söyleyemeyiz. Joe Johnson takımla uyuşamazsa o kontratla nasıl takas edilecek merak ediyorum.
Arjantin - Almanya Maçından Notlar
- Arjantin'in en büyük sorunu orta sahaydı, özellikle Cambiasso'nun eksikliğini çok hissettiler
- Arjantin kadrosunun şampiyon olabileceği tek yer muhtemelen Pes 2009'du, takım gibi oynayamadılar bir türlü
- Ballack'ın sakatlığı Almanya'ya yaradı, diğer türlü Mesut-Schweinsteiger-Müller üçlüsünden bu kadar verim alamazlardı(Bu üçlü tahminen bir arada oynayamazdı da)
- Angela Merkel lütfen gollere sevinmesin, sevinecekse de kameralar kendisini çekmesin
- Günün yıldızı Bastian Schweinsteiger'di, 2 asistiyle beraber orta sahadaki mücadelesi görülmeye değerdi
- Thomas Müller'in yükselişi devam ediyor, özellikte ikinci golde asist öncesi pası çok güzeldi
- Mesut'un asisti muhteşemdi
- Angel Di Maria çok kötüydü, Real'dekiler "Biz ne yaptık" diye sorguluyor olabilirler kendilerini
- Messi kötü değildi ancak yapabileceği çok bir şey de yoktu, takım olarak kötüydüler. 2-0'dan sonra maçı tek kişinin çevirmesi çok zor, basketbol değil sonuçta
- Arjantin'in sağ kanadı klasik tabirle otoban oldu, Javier Zanetti'yi fazlasıyla aradılar
- Arjantin kadrosunun şampiyon olabileceği tek yer muhtemelen Pes 2009'du, takım gibi oynayamadılar bir türlü
- Ballack'ın sakatlığı Almanya'ya yaradı, diğer türlü Mesut-Schweinsteiger-Müller üçlüsünden bu kadar verim alamazlardı(Bu üçlü tahminen bir arada oynayamazdı da)
- Angela Merkel lütfen gollere sevinmesin, sevinecekse de kameralar kendisini çekmesin
- Günün yıldızı Bastian Schweinsteiger'di, 2 asistiyle beraber orta sahadaki mücadelesi görülmeye değerdi
- Thomas Müller'in yükselişi devam ediyor, özellikte ikinci golde asist öncesi pası çok güzeldi
- Mesut'un asisti muhteşemdi
- Angel Di Maria çok kötüydü, Real'dekiler "Biz ne yaptık" diye sorguluyor olabilirler kendilerini
- Messi kötü değildi ancak yapabileceği çok bir şey de yoktu, takım olarak kötüydüler. 2-0'dan sonra maçı tek kişinin çevirmesi çok zor, basketbol değil sonuçta
- Arjantin'in sağ kanadı klasik tabirle otoban oldu, Javier Zanetti'yi fazlasıyla aradılar
2 Temmuz 2010 Cuma
Rudy Gay

Rudy Gay Memphis Grizzlies ile erken bir anlaşmaya vardı. 5 yıllık 82 milyon dolara anlaşan genç forvet Memphis için alternatifi oluşturulması zor bir göbek taşıydı. Bu nedenle zaten ligdeki değeri belli bir oyuncu olan Rudy Gay, takımını birazcık peşinde koşturarak büyük bir miktar parayı da koparmış oldu. 5 yılda 82 milyon Rudy Gay için çok fazla. Ancak Grizzlies bu parayı ona vermeseydi free agency'den LeBron'la anlaşma hayali gerçekleşmemiş olan takımlarca en iyi alternatiflerden biri olurdu. Gay'i kaptırma korkusu Grizzlies'in çek defterine ağır yansısa da, Rudy Gay'in gitmesinin zedeleyeceği kadar zedeleyemeyecek kendilerini. Şu anda takımın etrafına kurulu olduğu adam Rudy Gay olduğundan takımın tekrar yeniden yapılanmaya gitmesi söz konusu olurdu. O.J. Mayo da iki sezonluk kariyerindeki performansı bir franchise centerpiece olmaktan uzak. Bu nedenle Memphis kumar oynamamyı seçti, pamuk eller cebe hesabı parayı bastı, Rudy Gay'le anlaştı.
Richard Jefferson
Richard Jefferson kontratını bu sene feshederek 15 milyon doları masada bırakmasıyla ölü sezonun şu ana kadarki en ilginç hareketini yaptı. Neden yaptığı çok belli, gelecek sezon düzenlenecek yeni CBA anlaşması sonrası kontratların kısıtlanacağını düşünüyor ve şimdiden son uzun sözleşmesini yapmak istiyor. Mantıklı bir plan, ancak bir eksik var: Jefferson geçtiğimiz sezondaki oyunuyla mantıken yıllık en fazla 6-7 milyon dolar almalı. Gerçi şu ana kadar verilen kontratları görünce kendisine hak vermemek de elde değil. Bakalım riskinin karşılığını alabilecek mi?
New York'un Listesi
Bu an için kaç senedir plan yaptılar, ve artık her şeyin belli olacağı zaman geldi. Bakalım New York Knicks free agent olarak listeden kimi alabilecek.
- LeBron James
- Dwyane Wade
- Chris Bosh
- Amare Stoudemire
- Carlos Boozer
- Joe Johnson
- LeBron James
- Dwyane Wade
- Chris Bosh
- Amare Stoudemire
- Carlos Boozer
- Joe Johnson
Free Agency Çılgınlığı
1 Temmuz'un gelmesiyle dedikodular ve anlaşmalar başladı. Şimdilik olduğu söylenen anlaşmalar:
- Darko Milicic Minnesota'ya, 4 yıl 20 milyon dolar
- John Salmons Milwaukee'ye, 5 yıl 39 milyon dolar
- Drew Gooden Milwaukee'ye, 5 yıl 32 milyon dolar
- Rudy Gay Memphis'e, 5 yıl 82 milyon dolar
Bakalım gelecek günler neler getirecek.
- Darko Milicic Minnesota'ya, 4 yıl 20 milyon dolar
- John Salmons Milwaukee'ye, 5 yıl 39 milyon dolar
- Drew Gooden Milwaukee'ye, 5 yıl 32 milyon dolar
- Rudy Gay Memphis'e, 5 yıl 82 milyon dolar
Bakalım gelecek günler neler getirecek.
1 Temmuz 2010 Perşembe
Write The Future
Turnuva öncesi yayınlanan ve çok sükse getiren Nike'ın Write The Future reklamı, reklamda oynayan oyunculara biraz uğursuz geldi. Cannavaro ve Ribery ilk turda elendiler, Rooney ve Ronaldo çeyrek finali göremediler. Ronaldinho zaten yoktu, onun yerindeki Robinho çeyrek final öncesi turnuvaya devam eden tek isim. Çeyrek finalde başka bir Nike takımı olan Hollanda Brezilya'yı yenerse Wayne Rooney'i bundan sonra saha çizgileri düzenlerken görebiliriz.
Nike demişken, son 8'e kalan takımların hangi marka tarafından giydirildiğine bakarsak:
Uruguay(Puma)
Gana(Puma)
Hollanda(Nike)
Brezilya(Nike)
Arjantin(Adidas)
Almanya(Adidas)
Paraguay(Adidas)
İspanya(Adidas)
Eşleşmelere bakıldığında finalde bir Adidas olacağı garanti. Bakalım 2006 gibi Puma-Adidas finali mi olacak, yoksa Nike bu sefer adını finale yazdıracak mı?
Nike demişken, son 8'e kalan takımların hangi marka tarafından giydirildiğine bakarsak:
Uruguay(Puma)
Gana(Puma)
Hollanda(Nike)
Brezilya(Nike)
Arjantin(Adidas)
Almanya(Adidas)
Paraguay(Adidas)
İspanya(Adidas)
Eşleşmelere bakıldığında finalde bir Adidas olacağı garanti. Bakalım 2006 gibi Puma-Adidas finali mi olacak, yoksa Nike bu sefer adını finale yazdıracak mı?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)