31 Ekim 2008 Cuma

Bayer Leverkusen

Bu yazımı Bayer Leverkusen - Wolfsburg maçını izlerken yazıyorum. Bundesliga'da yayın tercihi diğer büyük takımlar arasında bir maç yoksa Bayern Münih, Schalke veya Bremen'den yana kullanılır, fakat bu sene Leverkusen'in maçlarının genel olarak cuma günleri oynanması bana onları izleme fırsatı verdi. Skibbe'yi yolladıktan sonra takımın başına Bruno Labbadia'yı getiren kırmızı-siyahlılar, çok doğru transferler yaparak sezona iddialı girdiler. Flamengo'dan yıldız adayı oyun kurucu Renato Augusto, Bundesliga II'de Köln forması altında harikalar yaratan ve Bundesliga II'nin en değerli oyuncusu seçilen Almanya milli oyuncusu Patrick Helmes, bir diğer yıldız adayı Palmeiras'tan Barcelona'ya transferinden bir gün sonra Leverkusen'e kiralanan stoper Henrique ve Beşiktaş'ın transferinden son anda vazgeçtiği Sparta Prag'dan kiralanan genç sol bek Michal Kadlec takıma katıldılar. Bu oyuncular Skibbe'nin geçen sene parlattığı genç yıldızlar Rene Adler, Gonzalo Castro, Arturo Vidal, Tranquillo Barnetta, Pirmin Schwegler, Stefan Kiessling ve Simon Rolfes ile birleşince ortaya bol alternatifli, genç, hırslı ve diri bir kadro çıktı ortaya. Bayer Leverkusen iyi fakat eksik olan kadrosundaki bütün eksikleri Rudi Völler'in önderliğinde son derece doğru bir transfer politikasıyla kapatarak müthiş bir takım haline geldi. İzlediğim maçlarda takımda çok ön plana çıkan isim yok, takımda yıldız oyuncu anlayışı da yok. Tamamen bir takım oyunu oynanıyor ve genelde ayağa paslarla sahaya iyi yayılış oyun ve pozisyon üstünlüğünü Leverkusen'e getiriyor.

Takımın ideal onbiri Adler - Castro, Kadlec, Henrique, Friedrich - Rolfes, Renato Augusto, Schwegler, Vidal - Helmes, Kiessling olarak göze çarpıyor. Barnetta ise Labbadia'nın jokeri, her an oyuna sokabileceği veya maçına göre maça 11de başlayıp hızıyla rakip savunmayı alaşağı edebileceği bir oyuncu. Adler kalesinde çok istikrarlı bir şekilde iyi performanslar sergiliyor. Friedrich - Henrique uyumu gözlerden kaçmıyor. Henrique mükemmel bir oyuncu ve Barcelona'ya döndüğünde formayı Milito'dan kaparsa kimse şaşırmasın, çok mücadeleci ve çok iyi top kesiyor. Rakibini marke ederken adeta yapışıyor ve sert oyun tarzı hataya yer vermiyor. Friedrich ise tecrübesiyle Henrique'nin yanına ideal bir isim, hava toplarındaki hakimiyeti ve hatasız oyunuyla güven veriyor. Castro ve Kadlec sürahatleriyle savunmaya ek güç kazandırıyor, aynı zamanda ataklara katılarak etkili oluyorlar. Kaptan Rolfes adeta "kapı gibi" bir ön libero, gerek uzun boyu ve güçlü fiziğiyle hava toplarında, gerek müthiş top kesme yeteneğiyle yerden etkili oluyor. Pas yüzdesi de oldukça yüksek. Renato Augusto'yu birkaç sene içerisinde devlerden birine transfer olurken görebiliriz. Tipik Brezilyalı yıldız değil Augusto, 1.84lük boyu ve kuvvetli bir fiziği var. Orta sahanın tam ortasında, Euro 2008'de Xavi'yi izlediğimiz görevi üstleniyor. Hem savunma yönü, hem de oyun kuruculuğu 1. sınıf. Çok az yaptığı top kayıplarında topu kendi ceza sahasına kadar kovalayıp geri kazandığı bile oluyor. Topu çok akılcı kullanıyor; çalıma çok girmiyor, tam bir oyun kurucu gibi oyunu açıyor, doğru yerlere atıyor, verkaçlara giriyor ve Helmes - Kiessling ikilisinin önüne müthiş toplar bırakıyor. Benim en çok beğendiğim oyuncu oldu Augusto. Şilili Vidal geçen sezonki formuna bu sezonda da devam ediyor; enerjisi, isabetli pasları, yaptığı koşular ve savunmaya katkısı Vidal'i vazgeçilmez yapıyor. Schwegler'de çok yetenekli bir kanat oyuncusu. Sağ kanattan yaptığı ortalar ve sürahati etkileyici. Labbadia genelde Barnetta ile değişimli oynatıyor ikisini, Barnetta da inanılmaz hızlı ve aralara koşular yapan bir oyuncu. Barnetta'yı Labbadia ikinci devrelerde yorulmuş savunmaları vurmak amacıyla da kullanabiliyor. Forvette ise hızlı ve yetenekli, Bundesliga II'nin kralı, eski Köln kaptanı milli oyuncu Patrick Helmes, takıma çok çabuk alıştı ve attığı mükemmel gollerle şimdiden takımın değişilmezleri arasında. Tam bir pivot forvet olan Stefan Kiessling, Helmes ile mükemmel bir uyum yakaladı. Hava toplarında olduğu kadar deparlarıyla da etkili olan Kiessling, özellikle topu ileride tutarak ve topları indirerek takıma büyük katkı sağlıyor.

Wolfsburg maçına Labbadia kontrollü başladı, ideal onbirdeki tek değişiklik ise Tranquillo Barnetta'nın maça başlamasıydı. Çok gol kaçıran fakat savunmanın Grafite ve Dzeko gibi iki başarılı forvete nefes aldırmaması ve Renato Augusto'nun topları harika kullanması ile oyunun mutlak hakimiydi, nitekim gol sesi çıkmayan ilk devrenin ardından 2. devre Kiessling'in harcadığı net pozisyonların ardından ceza sahası çizgisinden çok sert vuran Barnetta açtı. İkinci gol ise Kiessling'in "bana at" işareti yaptığı Barnetta'nın korner ortasına iyi yükselip köşeye vurduğu kafa ile geldi. Zor bir maç olacağı tahmin edilen Leverkusen, şanssız kaybettiği Dortmund (2-3), Hamburg (2-3) ve özellikle Hertha Berlin (0-1) maçları dışında bütün maçlarını kazanmıştı ve Hoffenheim'ın arkasından 2. sırada yer alıyordu, Wolfsburg'u da rahat geçti ve maç fazlasıyla liderlik koltuğuna oturdu.

Benim bu sene herhangi bir ligde izlediğim en ayağı yere sağlam basan, en bilinçli oynayan, bulunduğu lige göre en oturmuş kadroya sahip ve en iyi futbolu sergileyen takım olan Leverkusen, bence hasret olduğu şampiyonluk ipini bu sezon göğüsleyecektir. Çok istikrarlı ve sağlam adımlarla geldiler, öyle devam ediyorlar ve Rudi Völler'in transfer politikasının başarısıyla bu sezon Bundesliga şampiyonluğunun zamanı geldi.

Galatasaray'da son durum

Galatasaray, iyi oynadığı bir Trabzonspor ve mükemmel oynadığı ancak bunu %25 şanssızlık %75 beceriksizlik sebebiyle skora yansıtamadığı Olympiakos maçlarından sonra taraftarını havaya soktu. Taraftar da futbolcuların da bu havaya girdiğini, UEFA Kupası'nda çok iyi işler yapacağımızı, Skibbe'nin aslında hoca olabileceğini ve bundan sonra işlerin yolunda gideceğini düşünmeye başladı. Biz Türkler herşeyi hemen abartırız doğru, fakat Galatasaray'ın o görüntüsü hakikaten umut vericiydi. Ne yazıkki yıllardır peşimizi bırakmayan rehavet ve istikrarsızlık, bir kez daha kendini gösterdi ve Galatasaray içler acısı bir futbol ve yenen komik gollerle Eskişehirspor'a 4-2 mağlup oldu. Karamsar tablo tekrar yerini almıştı, fakat akıl almaz hatalar, rezalet bir futbol ve Youla'nın küçük kardeşiyle top oynarcasına attığı çalımlar karşısındaki çaresiz Galatasaray savunması akıllarda birçok soru işareti bıraktı. Geride bıraktığımız hafta mükemmel oynayan Galatasaray'ın bu kadar kısa bir süre geçtikten sonra zayıf rakibine karşı dökülmesi enteresandı. Kupa maçına söyleyecek fazla birşey yok, kupayı böyle yoğun bir döneme girmiş bir takımın oyuncularına önemsetmek gerçekten zor; hele hele ligin flaş ekibi Gaziantepspor'la Pazar günü, Benfica ile Perşembe, Fenerbahçe ile Pazar oynanacak maçlar onları bekliyorken... Yenileceğimiz düşündüğüm bir maçtı, Servet'in savunmamızı en çok karıştıran isim Neca'nın elmacık kemiğini adeta göçerterek sakatlamasıyla azıcık olsun rahatladım, beraberliğe de üzülmedim.

Skibbe'nin bazı hareketleri hala yorumsuz... Eskişehirspor maçında skor 2-2 iken Kewell'ı çıkartıp Mehmet Güven'i oyuna almasını kimsenin bana anlatabileceğini düşünmüyorum, tıpkı Mehmet Güven'in futbolcu olduğunu anlatamayacakları gibi. İster Kewell sakatlanmıştı deyin (ki sakatlanmamıştı), ister kötü oynadı; sakat Kewell bile Mehmet Güven'den daha verimli olurdu skoru leyhimize çevirmek için. Ankaraspor maçında ise kendisine Hepatit B teşhisi koyan, "Futbol oynayamaz, çok riskli, bu programı kaldıramaz, o yüzden devamlı oynayamıyor." diyen Profesör medyamız, galiba kendilerinin aynı zamanda Kewell'ın bu hastalığın 5 seneyi aşkındır devam ettiğini iddia ettiklerini unuttular. Eğer doğruysa bu oyuncu o senelerde Leeds United'da fırtınalar estirdikten sonra bir de Liverpool'la maçı aldığı darbe yüzünden tamamlayamasa da Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı. Kendisi bu şahane medyamıza cevap olarak maça çıkmak istedi, ve bence Skibbe onu oynatarak doğru yaptı. Son haftalarda yorgun gibi gözüken ve iyi oynayamayan Arda'yı oynatarak altın değerinde 3 maç öncesi yoracağına Yaser'i deneyebilirdi bana kalırsa.

Çaylaklar nasıl başladı?

NBA'de sonunda sezon başladı, çaylaklar da ilk maçlarını oynadılar. Bakalım ilk gecenin en iyi çaylak performansları neler:

En iyi:

1) Mario Chalmers(Miami)
17 sayı, 7 ribaund, 8 asist, 7/13 saha içi isabeti, 2/3 üçlük isabeti, 1/2 serbest atış isabeti
2) Jason Thompson(Sacramento)
18 sayı, 10 ribaund, 1 blok, 7/11 saha içi isabeti, 4/4 serbest atış isabeti
3) Darrell Arthur(Memphis)
11 sayı, 15 ribaund, 2 blok, 1 asist, 1 top çalma, 5/9 saha içi isabeti, 1/2 serbest atış isabeti
4) Marc Gasol(Memphis)
12 sayı, 12 ribaund, 2 blok, 1 asist, 5/12 saha içi isabeti, 2/3 serbest atış isabeti
5) Kevin Love(Minnesota)
12 sayı, 9 ribaund, 2 blok, 2 asist, 1 top çalma, 5/8 saha içi isabeti, 2/2 serbest atış isabeti
5) Derrick Rose(Chicago)
11 sayı, 9 asist, 4 ribaund, 3 top çalma, 3/9 saha içi isabeti, 5/7 serbest atış isabeti

Ek olarak:

-Evet, Kevin Love'la Derrick Rose 5. sırayı paylaştı
-Greg Oden ilk maçında sakatlanarak pek hoş bir başlangıç yapmadı
-Portland'ın Avrupalı çaylağı Rudy Fernandez, istatistik kağıdını 16 sayı, 4 asist, 2 ribaund, 2 top çalmayla(5/10 saha içi, 3/5 üçlük, 3/3 serbest atış isabeti) doldurarak başarılı bir başlangıç yaptı
-Draftin 2 numarası Michael Beasley 9 sayı 4 ribaund kaydederken, 4/14'lük saha içi isabeti hazmedilmesi kolay bir istatistik değildi
-OJ Mayo, 40 dakikada(Bu sene yorulacak galiba) 10 sayı, 5 ribaund, 2 asist ve 2 top çalma yaparken, 5/20'lik saha içi isabeti Beasley'i bile daha iyi durumda gösteriyordu(0/7 üçlük isabetini de unutmayalım)

Not: Bu ilk yazısı olmak üzere aylık bir "Rookie Watch" yapabilirim, ama kesin değil.

Lakers/Bynum

Los Angeles Lakers, bugün okuduğuma göre genç pivotları Andrew Bynum'la(Şimdiki kontratı bitince devreye girecek olan) bir anlaşma imzalamış. Anlaşmanın 4 yıl/58 Milyon $'lık olduğu söyleniyor. Eğer bu rakam doğruysa, Lakers gereksiz yere bir riske girdi demektir. Neden mi?

1) Geçen sene 13.1 sayı, 10.2 ribaund, 2.1 blok ortalamaları yakalamış olsa da, sadece 35 maçta oynaması, gelecek için bir sakatlık sorunu olacak mı korkusunu akla getiriyor.

2) Bynum senenin sonunda RFA(Restricted Free Agent) olacaktı, yani kendi başına serbest kalamayacak, başka takımlardan gelen teklifleri de Lakers match edebilecekti.


Özellikle 2. neden, bu kontratı şimdiden imzalamanın gereksiz olduğunu gösteriyor. Bynum'a senelik verilecek ortalama 14,5 Milyon $'den sonra, muhtemelen Lamar Odom'da sene sonunda kontratında(11,4 Milyon $) indirimi kabul etmezse yollanacaktır. Ne diyelim, hayırlı olsun.

30 Ekim 2008 Perşembe

Colin-Kazım Richards

Colin-Kazım iki kişilik oynamıyo takımı için sayın anne Richards. Babasının kulübe ücret arttırımı için geldiği günün akşamı Colin hakeme "siktir" çekerek kırmızı kart gördü. Formasını yere fırlatması, Arsenal maçının kadrosundan kendi isteğiyle çıkması, sahada ki vurdum duymaz tavırları suyunu ısıtıyor bu Coca-Cola çocuğunun. Her ne kadar yeteneği olsa da disiplin olmadan olmaz. Toparlanmazsa kendine yazık eder. Çünkü buradan sonra gidebileceği en iyi yer bir yurt dışı takımı değil, diğer örnekleri gibi Beşiktaş olur.

29 Ekim 2008 Çarşamba

Greg Oden

Bu çocuğa ilk fırsatta boy abdesti aldırılmalı. Geçen sene Draft'ın 1 numaralı ismi maça dahi çıkamamış, bu sene de Rookie sıfatı altında sahalarda olacaktı. Dün gece ilk maçında Lakers karşısında 12 dakika oynayıp bu sefer bileğinden sakatlandı. Bu 12 dakikada 0/4 atarak sayı bulamadı, 5 rebound 2 top kaybı 1 blok ve 2 faulle maçı tamamladı. Durumu bugünkü MR'dan sonra belli olacak..

Not: MR sonuçları Oden'ın 2 ila 4 hafta arasında sahalardan uzak kalacağını göstermiş. Bu arkadaş NBA'deki ilk sayısına yaklasşık 1.5 senede ulaşabilir... Uğur Uçar'ın kulakları çınlar haliyle.

23 Ekim 2008 Perşembe

Darko Kovacevic


Bu akşam ikinci kez İstanbul'da sahaya çıkacak, ve bu yine bir Galatasaray maçı olacak. 5 sene öncesinde Real Sociedad'da oynarken yaptığı "Fenerbahçe Yugoslavya'da bir kültürdür. İleride Fenerbahçe formasıyla Galatasaray'a gol atmak istiyorum" açıklaması ve Nihat'la süper ikili olmasından dolayı kendisine sempatimiz sonsuzdur. Fakat öyle talihsiz bir pozu vardır ki...

Fatih Terim

Sonunda sözleşmeyi yeniledi Fatih Terim. Daha önce aylık 120.000 YTL (yılda 1.44 Milyon YTL) olan sözleşmesini senelik 3.12 Milyon YTL'ye (1.4 Milyon Euro) çıkardı. Ülkemizde Aragones'in 3.1, Mustafa Denizli'nin 1.5 ve yine Michael Skibbe'nin aynı fiyatlarla çalıştığı düşünülürse, Fatih Terim'in ücretini tartışmamamız gerekir.

Larry Hughes


Kontrat sezonunda Washington'da azmanları oynayıp Cleveland'a gelmişti. LeBron'un arkasında ikinci adamlıktan dolayı basketbolu unutmuş, taraftarlar tarafından yuhalandığı da olmuştu. Geçen sezonki dev takasta yolu Chicago'ya düşmüş, başarılı maçlar oynamıştı. Ama şanssızlıklar yakasını bırakmıyor. Dün gece oynanan Minnesota maçında Mike Miller'ın altında kalmış, kolu çıkmış Hughes'un. Preseason'da 13 sayı ortalamayla oynayıp (sakatlanana kadar Timberwolves maçında 24 dakikada 21 sayı), Hinrich, Gordon ve Draft'ın 1 numarası Derrick Rose arasında formaya göz kırparken uzun bir süre sahalardan uzak kalacak. Tepe taklak giden başka bir kariyer. Geçmiş olsun.



22 Ekim 2008 Çarşamba

Tesadüfün Böylesi

"Tekrarlanamayan başarılar tesadüftür"
AZİZ YILDIRIM

Biz Fenerbahçe taraftarına tesadüfün anlamını acı bir hayat tecrübesiyle öğrettiğiniz için çok teşekkür ederim başkanım. Geçen sezon bırakın Kadıköy'ü, Stamford Bridge'de bile ayağı titreyen Chelsea'li oyuncular vardı. Dün ise altı pasımıza kadar gelip kaleye şut çekmeyen Arsenal'liler (5'in vahameti bu durumda daha açık) 30.000 kombine satıp Maraton Üst'te içinde yaşlısı, kadını, çocuğu olan 3000 kişiyi tek gişeden almakla Genç Fenerbahçe'lileri mi bitirmeye çalışıyorsun, yoksa bu insanlara eziyet mi anlayamadık Sayın Başkan'ım. Yıllardır senin arkanda duran biz Fenerbahçe taraftarı, artık Fenerbahçe Cumhuriyet'i yerine gelen Fenerbahçe İmparatorluğu kavramından çok rahatsızız. Bizi 10 yıl öncesine geri götürmeden gereken önlemleri alın. Yoksa yine sizin söylediğiniz gibi, "Bu kulüpten kimleri geldi geçti. Baki kalan Fenerbahçe'dir."

Şampiyonlar Ligi'nde Alınan Sonuçlar

Şampiyonlar Ligi'nde dün akşam istatiklere bakmamama rağmen iddia ediyorum ki en az son 10 senenin bir günlük maç programındaki gol rekoru kırılmıştır. Maç içinde de son derece enteresan gidişatlar ortaya çıktı bu maçlarda. Öncelikle F grubunda oynanan Steaua Bükreş - Olympique Lyonnais maçıyla başlayayım. İlk 12 dakikada Steaua Bükreş'in önce Brezilyalı santrforu Arturo sonra dev stoper Dorin Goian'la üst üste bulduğu iki gol evsahibine büyük bir avantaj sağladı, fakat Lyon gibi bir dev ilk iki maçını birer puanla kapattıktan sonra Bükreş'i yenmek zorunda olduğunun bilincindeydi, dolayısıyla müthiş bir mücadele ortaya koydular ve önce Kader Keita sonra Karim Benzema ile 33. dakikanın sonunda skor eşitlenmişti. İlk devrenin son düdüğünden hemen önce Galatasaray'dan tanıdığımız bir isim Ovidiu Petre Romenleri tekrar öne geçirdi ve ilk devre 3-2 Bükreş üstünlüğüyle sona erdi. İkinci devre bu üstünlüğünü bu kez korumaya çalışan Bükreş uzun süre direndi fakat Lyon 69'da Fred ve 71'de Karim Benzema ile 3-4 lük üstünlüğü ele geçirdi. Uzatma dakikalarında Fred farkı 2'ye çıkardı ve Lyon Bükreş deplasmanından 3-5'lik galibiyetle ayrıldı. Grupta oynanan diğer maçta ise Bayern Munih, Fiorentina'yı Miroslav Klose, Bastian Schweinsteiger ve Ze Roberto'nun golleriyle 3-0 yendi. Grupta 3. maçlar sonunda Bayern Munih 7 puanla liderliğini sürdürürken Lyon Bükreş'i mağlup ederek 5 puana yükseldi ve Bayern Munih'in arkasına yerleşti. Fiorentina 2 puanla 3., Steaua Bükreş ise 1 puanla sonuncu sıradalar.

E grubunda oynanan Villareal - Aalborg maçından beklentiler Aalborg'un Celtic deplasmanında olduğu gibi uzun süre direnip Villareal'e karşı kapalı bir oyun oynayacağı ve az gollü bir karşılaşma olacağı yönündeydi, fakat maçın bu yorumlarla uzaktan yakından alakası yoktu. 19'da Polonyalı Marek Saganowski Aalborg'u öne geçirdi, fakat Sarı Denizaltıların cevabı gecikmedi, 10 dakika sonra Giusseppe Rossi maça eşitlik getirdi. Bu golden 5 dakika sonra Joan Capdevila Sarı Denizaltılara üstünlük sayısını getirdi, fakat 3 dakika sonra beklenmeyeni yine yapan Aalborg skoru 2-2 yaptı. Devre böyle biterken ikinci devre Valladolid'den bu sezon transfer olan İspanyol Joseba Llorente 67 ve 70'te takımına iki farklı üstünlüğü sağladı fakat Aalborg yine yılmadı ve 77'de farkı bire indirdi. Daha sonra 79. dakikada rakibin direncini en sonunda kıran gol Robert Pires'den geldi. 84'te de Joseba Llorente kendisine hat-trick'i getiren golü kaydederek maçın bu ilginç skorunu ilan etti: 6-3. Oynanan diğer karşılaşmada Manchester United Old Trafford'da ağırladığı İskoç ekibi Celtic'i Berbatov (2) ve Rooney'in golleriyle 3-0 ile geçti. Manchester United ve Villareal 3. maçlar sonunda 7şer puandalar fakat Manchester averaj farkıyla grupta şu anda lider konumunda. Celtic 1 puanla averaj farkıyla 3. sırada yer alırken, Aalborg 1 puanla sonuncu sırada yer aldı.

G grubunda Arsenal, Fenerbahçe'yi 5-2 ile geçti. Porto da kendi sahasında Dinamo Kiev'i ağırladığı mücadelede beklemediği bir mağlubiyet aldı ve rakibine 27. dakikada Olexandr Aliyev'in attığı golle boyun eğdi. Arsenal puanını 7ye çıkartırken Dinamo Kiev 5 puanla 2. sıraya yerleşti. Porto 3 puanla 3. sırada. Fenerbahçe ise 1 puanla sonuncu.

H grubunda oynanan Juventus-Real Madrid maçı belki de gecenin en ilgi çekici maçıydı. Juve'nin sayısız eksikleri ibreyi Real'e çevirmiş olsa da maça fırtına gibi başlayan Juventus büyük usta Alessandro Del Piero'nun 3. dakikada attığı nefis golle 1-0 öne geçti. İkinci devrenin hemen başında Nedved'in ortasına iyi yükselen Amauri, farkı ikiye çıkarttı. 66'da Nistelrooy'un golü Madrid'i umutlandırsa da Juventus'un ruhu ve Del Piero'su yetti ve 2-1'lik skorla gülen taraf oldu. Oynanan diğer karşılaşmada Zenit St. Petersburg belki de gecenin en büyük sürprizine imza atarak kendi evinde Belarus ekibi BATE Borisov'a diş geçiremedi, beraberliği de zor kurtardı. 52'de Nekhaychik ile öne geçen Belarus ekibi, 80'de Fatih Tekke'nin golüne engel olamadı ve maç 1-1 sona erdi. Bu skorların ardından Juventus 7 puanla liderlik koltuğuna oturdu. Real Madrid 6 puanla ikinci, BATE Borisov 2 puanla 3. sırada yer alırken, Zenit beklentilerin çok altındaki performansıyla 1 puanda kalarak sonuncu sırada yer aldı.

Fenerbahçe 2-5 Arsenal

Dün sahada geçen senekiyle uzaktan yakından alakası olmayan, dağınık, ne yaptığını bilmeyen, acemi bir Fenerbahçe vardı. Fenerbahçe'yi taraftarına maçtan önce umut veren Şampiyonlar Ligi hırsı ve Şükrü Saraçoğlu'nun atmosferi de kurtaramadı. Pasif ofsayt kuralı kalktığından beri İngiltere'de uygulanmaya başlayan "yem" taktiğiyle bir pozisyonu ofsayt zannedince adamı kovalamak yerine yan hakeme bakarak elini kaldırmaya alışmış alışmış olan bir Türk takımı savunmasına yutturmak pek de zor olmadı. Walcott'un ofsayt pozisyonunda bulunduğu bir anda gelen bir ara pas Edu'yu yana bakarak elini kaldırmaya yöneltti, bu arada Walcott'un topu bırakmasıyla depar atan Emmanuel Adebayor topla buluştu ve Arsenal'i kolay bir şekilde öne geçirdi. Fener maça istekli başlamış olmasına rağmen bu savunma anlayışı ve bu ön liberolarla ne yapmayı bekliyordu ki? Arsenal bu ara pas işini sevmişti, yine bir ara pas, araya sızan Walcott bomboş durumda, 0-2. Maç burada bitti gözüyle bakılıyordu, fakat Güiza'nın şutunda Silvestre'ye çarpan top biz Türklerin son zamanlarda adet haline getirdiği geri dönüşleri akla getirdi. Tabii ki skor 1-2 iken "bu maç kesin Arsenal'in" diye ahkam kesmek doğru olmazdı, fakat Fenerbahçe'nin savunma düzeni ve oyun düzeni bunu şahsen bana söyletti, nitekim yaklaşık 15 dakika sonra sol taraftan kaçırılan Abou Diaby sol ayağıyla düzgün vurarak Arsenal'in üstünlüğünü pekiştirdi... İkinci devre başladığında farklı bir Fenerbahçe bekleniyordu fakat Dede'nin ne kadar ruhsuz olduğunu anlayın işte, Fener hala kayıplara oynuyordu. 49'da sağdan gelen frikik ortası kafalardan sekti, Song'un önüne düşen topu Song mermi gibi ağlara nişanladı ve Arsenallilerin kafasında maçı bitirdi. Arsenal maçı bu dakikadan sonra son derece rölantide götürdü ve aklımdan "Geçen seneki Fener bunlara bu skordan sonra bile ecel terleri döktürürdü" diye geçmedi değil. Arsenal elini kolunu sallaya sallaya fark atabileceği bir maçta "idman havasına" dönerek maçı bitirmeye oynadı. Savunmada bir hata Güiza'nın golünü getirdi, fakat bu bile Fener'i ateşlemedi. Maç bütün ikinci devre oynanan ağır ve sıkıcı temposuyla devam etti, ve son sözü Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk maçında anlamlı bir gol atan 17lik Gallerli Aaron Ramsey söyledi.



Bana kalırsa Fenerbahçe kadrosunu oluştururken sezon öncesi inanılmaz hatalar yaptı ve kadro genişliğini bozdu. İyi giden işleri bozdu, tıpkı Galatasaray'ın 2002 sonunda yaptığı gibi. Çeyrek final oynayan Zico kovuldu, takımın Alex de Souza'dan sonra en önemli oyuncusu ve Türk statüsünde oynayan Mehmet Aurelio bedelsiz gönderildi (kimse gitmek istedi, menajer vb. hikaye anlatmasın bana, isteseler tutarlardı) ve bana göre inanılmaz derecede abartı bir paraya son yıllarda ne yaptığı belli olmayan, istikrarsız ve müzmin sakat Emre Belözoğlu getirildi. Son günlerde de sözüm ona Marco'nun yerini dolduracak Josico getirildi fakat henüz doktordan başka kimseyle tanışamadı sanırım. Güiza'nın da herkesin çok para verildi eleştirilerine rağmen doğru bir transfer olduğu kanısındayım (tıpkı Mario Jardel transferini de çok doğru bulduğum gibi). Güiza sene başından bu yana mücadeleci oyun tarzıyla ve tam bir fiyasko olan Kezman'ın aksine ofsayttan ustaca kaçarak savunmanın arkasına müthiş koşular yaparak benim beğenimi kazandı. Aragonés'in de kesinlikle doğru bir hoca tercihi olmadığı kanısındayım. Adam İspanya dışında takım çalıştırmamış, kafasına bir tane oyun sistemini kazımış ve ondan vazgeçmeyen, ruhsuz bir teknik direktör izlenimi veriyor bana. İspanya'yı şampiyon yapmanın da çok zor bir iş olduğuna katılmıyorum açıkçası, gördüğünüz gibi kazma kürek kovalanan Del Bosque'de İspanya'da henüz puan kaybetmedi. Güiza gibi bir forveti de tek forvet oynatarak, üstüne üstlük oynadığı mevkiide Avrupa'nın en iyilerinden, oynadığı maçtan çok gole sebep olan (gol+asist) ve geldiği seneden beri Fenerbahçe'yi sırtlayan Alex'i kafasına kazınmış İspanya milli takımı şablonundaki Xavi'nin mevkiisine, yani orta sahanın ortasına çekerek çok yanlış işler yaptığını düşünüyorum. Güiza'nın yanında da Kazım'ı bile deneyebilirdi, tek forvet oynadığı zaman ne kadar yalnız kaldığını görmesi gerekirdi. Yediği goller için ise pek de suçlayamayacağım açıkçası, ideal 4lü savunmaya geçen sene övgüler yağdırılırken, bu sene yerden yere vuruluyor, orada da Dede değil yönetim suçlu. Geçen sene bütün savunmayı rahatlatan ve sigorta görevi gören Aurelio yerine yoklara oynayan Maldonado olunca, bütün yük savunmanın üzerine biniyor ve hızlı oyuncular olmayan Lugano ile Edu zor durumda kalıyorlar.


Bence Aragones'in sonu yakın. Ne kadar kariyerli ve başarılı bir hoca getirirseniz getirin, tazminatı ne kadar yüksek olursa olsun, kendimi Fener yöneticisi olarak hayal ettiğimde bu denli kötü giden işlere ve bu kadar gözle görülür hataya göz yummak mümkün değil. Bana göre Aragones'in sonu kaybedilecek 1 ya da 2 lig maçına bakıyor, bilemediniz Kadıköy'de alınacak muhtemel bir Galatasaray mağlubiyetinde bavulun yavaş yavaş toplanacağını düşünüyorum.


21 Ekim 2008 Salı

Galatasaray 3-0 Trabzonspor

Stattan takip ettiğim bu maç Galatasaray'ın sezon başından beri en beğendiğim maçıydı. Herşeyden önce takım istekliydi ve arzuluydu, ortada bir takım ruhu vardı. Takımın sahadaki dizilişi de gayet iyiydi, Skibbe Linderoth'un yokluğunda ön liberodaki sıkıntıyı ön liberoyu çiftleyerek çözdü. Portekiz milli takımında öncelikli mevkiisi ön libero olan Meira, stoper oynarken yaptığı başarılı dikine çıkışları ve isabetli paslarıyla dikkat çekmişti, ki Skibbe'de bunu görerek Meira'ya bu maçta ön liberoda görev verdi. Stoperde ise Emre Aşık görev almıştı ki hatasız oynadı ve beğeni kazandı. Lincoln de son derece iyi işler yaptı. Hangisinin hangi kanatta oynaması gerektiği hakkında her kafadan bir ses çıkan Kewell ile Arda da maç içinde yer değiştirerek oynadılar ve Trabzon defansının kafasını karıştırdılar, nitekim maça Arda sağda Kewell solda başladı Galatasaray ve Arda'nın sol kanattan yaptığı orta-şut karışımı topla golü buldu, dolayısıyla bence son derece doğru işler yaptılar. Baros ise tek forvette istediği toplarla zaman zaman buluştu fakat gününde olduğu pek söylenemezdi. Galatasaray, Meira ve Ayhan'ın iyi performansları sayesinde Trabzonspor ortasahasını, özellikle Selçuk İnan'ı çökertti, isabetli pas yaptı, savunmada her maç olduğu gibi birkaç pozisyon verilse de iyi işler yapıldı, Morgan De Sanctis mükemmel bir oyun çıkartarak kaleyi güvence altına aldı ve sonuç olarak Galatasaray güzel bir galibiyet elde etti.

Trabzonspor'a gelince, Erman Toroğlu'yu haklı çıkartarak savunmada başta Egemen olmak üzere büyük hatalar yaptılar (Erman Toroğlu Konyaspor'u 3-2 yendikleri maçtan sonra “Bu defansla Galatasaray bunları fena yapar” demişti). Umut'un solda başlamasını enteresan buldum açıkçası, çünkü Umut bol pozisyona giren bir oyuncu ve Galatasaray savunmasının arkasına koşular yapabilirdi, nitekim Yattara girince Gökhan'ın yanına geçti ve bir pozisyonda golle burun buruna geldi. Bana göre bu maçta Yattara'nın kesinlikle ilk 11 de başlaması gerekirdi, çünkü hem hızlı olduğu için kontrataklarda iş yapabilirdi, hem de topu iyi kullanan bir oyuncu olduğu için Umut ve Gökhan'ı besleyebilirdi. Isaac daha santrfora yakın bir oyuncu olduğu için Umut – Isaac – Gökhan üçlüsüne top dağıtacak kişi olarak Selçuk kalmıştı, o da Meira ve Ayhan'ın presleriyle kötü bir maç geçirerek çok sayıda top kaybı yaptı.

19 Ekim 2008 Pazar

Kenny George


Yaş 22, boy 7-7 (2.32 m), kilo 165 kg ve ayakkabı numarası 64. İşte University of North Carolina Asheveels'in devi Kenny George'un fiziki özellikleri. 2008 Draftı'nda seçilememişti işte bu azman. Bu sezonda Asheveels forması terletecekti. Fakat Las Vegas'ta katıldığı ve kendisini geliştireceğine inandığı "Big Man Camp"'in, kendisinin basketbol kariyerinin bitireceğini nasıl bilebilirdi ki? Bu kamp sırasında ayağında oluşan enfeksiyon (MRSA-Hastane mikrobu) çok ciddi bir boyutta. Antibiyotiklere karşı dirençli olan bu iltihapın George'un hayarını tehdit ettiği, ve iki ameliyatla gerçekleştirilecek süreçte Kenny George'un ayağının bir bölümünün kesileceği açıklandı. Geçen sezon 20 dakikanın altında oynamasına rağmen tutturduğu 12.4 sayı, 7.0 rebound (takım lideri), %69.9'luk saha içi isabeti (NCAA'in en iyisi) ve gelişen basketboluyla NBA, dolayısıyla tüm dünya böylesine yetenekli ve ilginç ismi parkelerde göremeyecek. Kenny'nin ameliyatlardan sonra okula dönüp, okumakta olduğu bölümden mezun olması takım koçu Eddie Biedenbach en büyük isteği.




18 Ekim 2008 Cumartesi

Sezon Öncesi Beklentiler #1

NBA'de sezon açılmak üzere. Bu sezon beklediğim şeyleri sıralayayım dedim:

1) Ron Artest'in Houston'la uyumu: Off-season'da takasla kadroya katılan Artest'in Houston'da neler yapacağı, Houston taraftarları başta olmak üzere çoğu basketbolseverin merak konusu. Yao-McGrady ikilisinin arkasında kalıp az şut atmayı mı kabullenecek, yoksa "Az şut atıyorum" diye takımdan soğuyup sene ortasında rap albümü çıkartmak için izin mi isteyecek. Bu sorunun cevabı ilk aylarda belli olacak muhtemelen.

2) Greg Oden'ın performansı: Geçen sene 1. sıradan seçildikten sonra sezonu kapatan Greg Oden, yeni sezona hazır. Portland'ın Brandon Roy önderliğindeki genç kadrosunun 2. adamı olan Oden, bu sene beklentileri karşılamak zorunda. Aslında karşılamaması ligin kalanı için daha iyi, çünkü Oden-Aldridge-Outlaw-Roy-Bayless beşlisi(yedekte de Rudy Fernandez) gelecek için çok tehlikeli gözüküyor.

3) Ramon Sessions: Geçen sezonun son maçlarında ortaya çıkan Sessions, bir maçta 24 asist yaparak sezonun bir maçta en çok asist yapan ismi olmuştu. Bu sene önünde Luke Ridnour varken nasıl oynayacağını göreceğiz. Acaba geçen sene sadece şans mıydı, yoksa bu performansı devam ettirebilecek mi?

4) Yeni koçlar: Vinny Del Negro'yu göreve getiren Bulls başta olmak üzere, bu sezon koç değiştiren 8 takım var. Larry Brown'un Charlotte'taki gençlerle nasıl anlaşacağı, Eddy Curry'nin D'Antoni hızlı hücumlarında napacağı, Spoelstra Miami'yi iyi bir yerden play-off'a sokarsa Pat Riley'nin başa geçip geçmeyeceği merak konusu.

Tam liste:

Larry Brown(Charlotte)
Vinny Del Negro(Chicago)
Rick Carlisle(Dallas)
Michael Curry(Detroit)
Scott Skiles(Milwaukee)
Erik Spoelstra(Miami)
Mike D'Antoni(New York)
Terry Porter(Phoenix)

5) Dwayne Wade'in dönüşü: Son iki sezonu sakatlıklarla uğraşarak geçiren "Unutulan adam" Wade, Olimpiyat'larda ismini tekrardan hafızalara kazıttı. Bu sezon şanssız bir sakatlık geçirmezse, zamanında neden Finaller MVP'si olduğunu bize yeniden gösterecektir.

Avrupa'da Cumartesi

Avrupa'da bugün oynanan maçlar son derece enteresandı. Güne merhaba dediğimiz maçta orta sıralarda yer alan Middlesbrough, en önemli oyuncularından bir tanesi Didier Drogba'nın sakatlığına rağmen iyi bir hava yakalayan ve ligde namağlup lider olan Chelsea'yi ağırladı. Herkes az gollü ve çekişmeli bir mücadele beklerken, sonuç çarpıcıydı: 0-5. Maviler, rakibinin üst üste yaptığı kişisel savunma hatalarını iyi değerlendirerek Salomon Kalou (2), Belletti, Lampard ve Malouda ile sonuca gitti.

Daha sonra başlayan Bundesliga maçlarının da bir tanesi öyle bir maçtı ki izleyenlere müthiş bir futbol şöleni izletti. Saat 15:00 da başlayan maçların arasında haftanın maçı olarak nitelendirilen Werder Bremen - Borussia Dortmund karşılaşmasında ligin en çok gol atan ve en çok gol yiyen takımı olan Bremen, ilk devrenin sonucunun 0-0 olmasıyla şaşırttı. Daha sonra 59. dakikada Frei'ın penaltı golüyle Dortmund öne geçti, fakat bu golden 9 dakika sonra Baumann skora denge getirdi. Bremen taraftarı bu gole 4 dakika sevinebildi, gol yağmuru 72. dakikada Dortmund'lu Hummels ile devam etti. 2-1 yenik durumda olan Bremen'de umutlar tükenirken 88. dakikada Chelsea'den transfer Claudio Pizarro sahneye çıktı ve skoru bir kez daha eşitledi. Herkes maçın böyle biteceğini düşünürken 90+2'de Pizarro bir kez daha sahneye çıktı ve Bremen'i bu müthiş maçta ilk kez öne geçirdi: 3-2. Maçın son saniyelerinde artık gözler hakemdeyken bu kez Mısırlı Mohamed Zidan Dortmund'a beraberliği getirdi ve bu inanılmaz maç 3-3 sonuçlandı. Bir diğer maçta Jurgen Klinsmann yönetiminde Bundesliga'da zor günler geçiren ve bir önceki hafta Sinan Kaloğlu'nun 1 gol 2 asist ile yıldızlaştığı maçta Bochum'la 3-3 berabere kalan son şampiyon Bayern Munich, Karlsruhe'ye konuk oldu ve mutlak 3 puan parolasıyla girdikleri bu zorlu deplasmandan Miroslav Klose'nin 86. dakikada gelen golüyle güldü ve maçı 1-0 kazanmasını bildi. Waldstadion'da ise Eintracht Frankfurt, sezona çok iyi bir başlangıç yapan (Skibbe gitti, Leverkusen müthiş... Neden acaba?) Bayer Leverkusen'i konuk ettiği maçta milli futbolcu Patrick Helmes'in 6. dakikadaki penaltı golü ve Şilili Vidal'in 61. dakikada gelen golleriyle maçı konuk ekip 2-0 kazandı. Haftanın bir diğer önemli maçında ise Hertha Berlin evinde Stuttgart'ı 2-1 mağlup etti. Bundesliga'da bugün alınan diğer sonuçlar ise şöyle: Wolfsburg 4-1 Arminia Bielefeld, Hannover 2-5 Hoffenheim, Köln 1-0 Energie Cottbus.
Saat 17:00 da başlayan diğer Premier Lig maçlarında arasında Arsenal ve Liverpool'un maçları da bulunuyordu. Ligde geçen sene de olduğu gibi genç kadrosunun tecrübesizliğinin kurbanı olan Arsenal, bu sezon da 2 hafta önce oynadığı maçta Emirates'de Hull City'e 2-1 ile boyun eğerek futbolseverleri şaşırtmıştı. Bu hafta yine Emirates'de istikrarsız bir tablo çizen fakat 3 deplasman maçında 7 puan alan Everton'u ağırladılar, ve mutlak bir galibiyet almaları gerekiyordu. Henüz 9. dakikada Leon Osman Everton'u öne geçirdi ve Emirates sessizliğe boğuldu. Devre böyle sona erince Wenger'in sıkıntısı görüntüsünden okunuyordu fakat henüz son kozunu oynamamıştı: Theo Walcott. Sezona müthiş başlayan 19'luk yıldız oyuncu 46'da oyuna girip oyunu değiştirdi, 48'de Samir Nasri uzaktan çok güzel bir golle skora denge getirdi. Arsenal taraftarının aradığı gol, 70. dakikada halı sahaları andıran ceza sahası içinde yapılan paslar sonrasında Van Persie'den geldi. 90. dakikada da Walcott, mükemmel futbolunu bir de golle süsledi ve Arsenal yenik duruma düştüğü Everton karşısında 3-1 galip geldi. Liverpool ise Anfield'da sezonun flaş ekibi Wigan Athletic'i ağırladı. Futboluyla haftalardır izleyenleri büyüleyen ve özellikle fizik gücüyle ön plana çıkan Wigan, milli maç yorgunu Liverpool'u ilk devre adeta hırpaladı ve Amr Zaki 26'da takımını öne geçirdi. 37'de Dirk Kuyt beraberlik sayısını bulurken, 45'te Mısırlı Zaki bir kez daha sahneye çıktı ve Wigan soyunma odasına 2-1'in avantajıyla gitti. İkinci devre ne olduysa 70. ve 75. dakikalar arasında oldu. Herşey Wigan için iyi giderken Ekvatorlu Valencia'nın 71. ve 74. dakikalarda gördüğü 2 sarı kart oyundan atılmasına neden oldu ve oyunda dengeler bir anda değişti. 80'de Espanyol'dan transfer Riera sahneye çıktı ve skoru eşitledi, Liverpool'un galibiyet sayısı ise 85'te maçta 2. kez fileleri havalandıran Dirk Kuyt'tan geldi. Aston Villa - Portsmouth, Fulham - Sunderland ve Bolton - West Ham maçlarının hiçbirinde ilginç bir şekilde gol sesi çıkmadı.
Serie A'da bugün oynanan iki maçtan bir tanesi Fiorentina'nın Artemio Franchi'de Reggina'yı ağırladığı maçtı. Fiorentina, zayıf rakibine karşı Giampaolo Pazzini ve Alberto Gilardino (2) ile gülerek maçtan 3-0 galip ayrıldı.


Üst düzey bir maç olmasa da bahsetmek istiyorum, Avusturya T-Mobile Bundesliga'da bugün akıllara zarar bir maç oynandı. Mattersburg - Sturm Graz maçının ilk devresi 5-0 Sturm Graz üstünlüğüyle sona ererken, ikinci devre Mattersburg nasıl bir motivasyonla sahaya çıktıysa skoru 20 dakika içinde 3-5'e getirdi. Sturm Graz 74'te bir gol daha bulup rahatlasa da, Mattersburg maçı bırakmayıp 79 ve 86'da bulduğu gollerle 5-0 geriden geldiği maçta 5-6'lık skoru yakalayarak bütün takımlar için örnek oldu ve inanılmaz bir motivasyon örneği gösterdi, fakat rakibine ecel terleri döktürdüğü son 7 dakikada bir gol daha bulamadı ve maçtan puansız ayrılan taraf oldu.

Premier Lig'de günün son maçında Manchester United, ligin yeni ekibi West Bromwich Albion'u ağırladı. İlk devresi 0-0'lık beraberlikle sona eren maçta Kırmızı Şeytanlar 2. devre açıldı ve 57' Wayne Rooney, 70' Cristiano Ronaldo, 73' Dimitar Berbatov ve 90' Nani ile sonuca gitti.

Hollanda Ligi'nde günün açılış maçında Twente sahasında Heracles engelini son 10 dakikada bulduğu gollerle 2-0'la geçti. Daha sonra başlayan diğer maçlarda Roda - Heerenveen maçı 2-2'lik eşitlikle sona ererken, son şampiyon PSV Eindhoven deplasmanda geçen sezonun 3. sü ve sezona mükemmel başlayan NAC Breda'ya formda Ganalı Amoah'ın yine boş geçmediği maçta 2-1 mağlup oldu. Ajax ise kendi sahasında ağırladığı ligin formda ekibi lider Groningen'i Oleguer'in golüyle 1-0 mağlup etti.

Fransa Ligue 1'de 20:00'de 6 maç oynandı. Bordeaux, Stade Chaban-Delmas'da ağırladığı Toulouse'u "yeni Zidane" Yohan Gourcuff ve David Bellion'un golleriyle 2-1 yenerken Toulouse'un tek sayısı 90'da Ebondo'dan geldi.Daha sonra başlayan bir diğer maçta son 7 senenin şampiyonu Lyon, evinde Lille ile karşılaştığı maçta 2 kez yenik duruma düştüğü maçtan 2-2'lik beraberlikle ayrıldı. Diğer maçlarda alınan sonuçlar ise şöyle: Caen 2-2 Grenoble, Monaco 1-2 Nice, Nantes 1-0 St. Etienne, Paris St. Germain 3-2 Lorient, Sochaux 1-1 Le Havre.

Bir diğer enteresan maç da Norveç ligindeydi bugün. 3. sırada bulunan Tromso, evinde Molde'yi ağırladığı maçta 2 kez 2 farkla öne geçmesine rağmen Molde'nin Senegalli golcüsü Pape Pate Diouf'u bir türlü marke edemeyince Senegalli'nin tam 4 gol atarak adeta coştuğu karşılaşma 4-4 sona erdi.
21:00'da başlayan La Liga'nın en büyük derbisinde sezona iddialı giren ve Arjantinli yıldız Sergio Agüero'nun müthiş formuyla şu ana kadar performansıyla gerek Şampiyonlar Ligi gerek La Liga'da parmak ısırtan Atletico Madrid ile son şampiyon Real Madrid Vicente Calderon'da karşı karşıya geldi. Başlama düdüğünden hemen sonra 1. dakikada Ruud Van Nistelrooy'un golü Vicente Calderon'da şok etkisi yarattı. Kolombiyalı defans oyuncusu Luis Perea'nın 31'de ikinci sarıdan atılmasıyla umutlar azalırken, 37. dakikada Real'in golünün sahibi Van Nistelrooy da hakem tarafından ihraç edilince Atletico'ya maça geri dönme şansı doğdu. Uzun süre sessiz geçen karşılaşmada sessizlik bir bozuldu, tam bozuldu. 90'da Simao Sabrosa'nın golü Vicente Calderon'u adeta yerinden oynattı, fakat bu sevinci 90+3'de çalan bir düdük Atletico taraftarının kursağında bıraktı; maçın hakemi beyaz noktayı gösterdi. Gonzalo Higuain affetmedi, Real Madrid bu anlamlı derbiden son dakika golüyle önemli bir 3 puanla döndü.

Serie A'da günün maçı Napoli - Juventus, adına yakışır bir mücadeleye sahne oldu. Napoli'nin ateşli taraftarı sayesinde adı "cehennem"e çıkan San Paolo stadı'nda rakiplerine çok az puan veren Napoli, 61. dakikada Amauri'nin golüyle 1-0 yenik duruma düştü ancak cevabı 3 dakika sonra Slovak Marek Hamsik ile verdi. Fakat Napoli'nin rakibini puanla yollamaya pek niyeti yoktu, baskıyı arttıran güney ekibi 79'da Ezequiel Lavezzi ile güldü: 2-1.



Avrupa'da gecenin son maçında ise Espanyol ile Villareal, Tamudo'nun Espanyol adına bir penaltıyı harcadığı mücadelede golsüz berabere kaldı.

Galatasaray'a Ne Oldu?

Bir kaç gün içinde aramıza katılmasını beklediğimiz "cems"'in ilk yazısı. Hayırlı olsun...

------------------------------------

İlk yazıma bu başlıkla başlamak istiyorum. Buradaki diğer arkadaşların aksine koyu bir Galatasaraylıyım, ve kulübün bugün içine düştüğü durum içler acısı. Neden mi? Nedeni kendimiz...

Öncelikle Faruk Süren döneminden başlamak istiyorum. Faruk Süren çok doğru adımlar attı, kulübü ateşledi, başarıya aç ve gerçekten Galatasaraylı olan eski kaptan Fatih Terim’i takımın başına getirdi ve kariyerinin karanlık bir döneminde olan fakat gerçek bir efsane Hagi’nin kulübü Barcelona ile yaşadığı sorunları fırsat bilip sarı kırmızılı formayı giydirdi. Altyapıya verilen önem arttı; Emre, Okan gibi kaliteli ve hırslı gençler takıma kazandırıldı. Son olarak herşeyden önemlisi, hiçbir Türk takımının tarihi boyunca başaramadığı ve önemini bir türlü anlayamadığı şey sağlandı: İstikrar. Bu istikrar, Hagi gibi bir maestro, Taffarel gibi mükemmel bir kaleci, Fatih Terim gibi başarıya aç ve hırslı bir teknik direktör, genç oyuncuların verdiği enerji ve kazanma arzusu ve başarılı yönetim Galatasaray’ı 2000 de UEFA Kupası’na uzandırdı, ve ne olduysa bundan sonra oldu...

Faruk Süren liseden olmamasına rağmen kulübe tarihinin en büyük başarısını yaşatan başkan olmuştu ve bu bazı kulüp büyüklerini rahatsız etmişti. Kulisler başladı, Faruk Süren’i çok yıprattılar ve sonunda Faruk Süren bırakmak zorunda kaldı. Kısacası, Galatasaray kendine çok büyük bir darbe vurdu.

Futbola geri dönelim, Faruk Süren gitmek isteyen Fatih Terim’e engel olmadı ve bence son derece doğru bir karar verdi. Gitmek isteyen bir teknik direktörle ne kadar başarılı olunabilir ki zaten? Onun yerine de Mircea Lucescu göreve geldi. O zamanlar o kadar iyi bilmiyorduk Lucescu’nun ne kadar müthiş bir hoca olduğunu. Söylenenler oldu, “rüya bitti” diyenler oldu, “Fatih Hoca’yı ararız” diyenler oldu, fakat yönetim emin adımlarla yoluna devam etti, 1998/99, 1999/2000 yıllarında Avrupa Gol Kralı olan Mario Jardel Galatasaraylı oldu. Daha sonra Faruk Süren zorla istifa ettirildi ve Mehmet Cansun göreve geldi. Galatasaray’da Faruk Süren’e yapılanlar çok büyük bir hataydı fakat yeni gelen ekip de son derece başarılı adımlar attı, Mircea Lucescu’nun mükemmel taktikleriyle takım 2000/01 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finali gördü. Bu Türk futbol tarihinde bir ilkti.

Herşey yolundaydı, tek bir şey dışında... Kulübün ekonomisi çökmüştü. Bunun başlıca sebeplerinden bir tanesi de Galatasaraylı büyüklerin bir tanesinin elinde kulübün logosunun haklarının bulunmasıydı ve logonun hakkının Faruk Süren’e verilmemesiydi. Yani bu ne demek, UEFA Kupası şampiyonu Galatasaray ürün çıkartıp bu başarıyla ekonomisini uçuramamıştı. Kulüp kendi kendini bir kez daha başarıyla yaralamıştı (!). Şampiyonluğun kaçması camiayı fazla üzmemişti, sezon çok başarılı bir sezondu ve Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynanmış, Galatasaray son 5 senedeki sayısız ilklerinden bir tanesine daha imza atmıştı. Fakat bu ekonomik çöküş Mehmet Cansun yönetimini harekete geçirdi ve Jardel aldığı yüksek ücret nedeniyle Sporting Lizbon'a, Ümit Davala Milan'a satıldı ve Hagi'ye jübile teklif edildi (yine aldığı ücret sebebiyle) ve Hagi futbolu bıraktı. İşte bu sene Mircea Lucescu ne kadar büyük bir hoca olduğunu gösterdi. Faryd Mondragon'un transferiyle Taffarel'in mükemmel kaleciliğine alışmış Galatasaray'a bir iyi kaleci daha gelmiş oldu. Alınan diğer oyuncular Sergen Yalçın, Andrés Fleurquin, Sebastian Perez, Gustavo Victoria ve Ümit Karan'a verilen para, satılanlar için alınan ücretlerin ve satılanların yıllık ücretlerinin dörtte birini geçmedi. Faruk Süren'in ardından Mehmet Cansun yönetimi de doğru işler yaptı, hem ekonomi düzeldi hem de Mircea Lucescu önderliğinde parasal sıkıntılar nedeniyle bir önceki seneye göre “on gömlek” daha kalitesiz bir takım, Şampiyonlar Ligi'nde bir tarih daha yazmaya çok yaklaştı ve ligde elini kolunu sallaya sallaya şampiyon oldu. Oynattığı oyuncular ve ücretlerine bakılırsa bu inanılmaz bir başarı. Gustavo Victoria bildiğiniz gibi Rizespor'da geçen sene kadro dışı kalmıştı, Sebastian Perez ise şu an plaj futbolu oynuyor... İşte teknik direktörlük budur. Doğru taktikler ve o taktiğe göre gereken mütevazı kadroyla Liverpool, Roma ve Barcelona'nın yer aldığı grupta son derece şanssız iki 90+3 golü ile beraberliklere rağmen son maça namağlup girilmesi, yine şanssız bir golle (%100 ofsayt) Barcelona'ya karşı alınan mağlubiyetle elenmek... Fakat bunun ne kadar büyük bir başarı olduğunu, Lucescu ile istikrar sağlanması halinde oluşacak potansiyeli göremeyenler de vardı...

Ne olduysa bundan sonra oldu... Galatasaray, yazımda bahsettiğim Faruk Süren'in vedasının ardından 2. dev hatasını yaptı. Özhan Canaydın'ın başkan seçilmesiyle birlikte seçimlerde vaat ettiği: “Gönüllerdeki teknik direktörü getireceğim” cümlesini sözümona yerine getirerek Lucescu'yu gözyaşlarıyla kovdu. Lucescu'nun gözyaşları adeta Galatasaraylıların da gözünden dökülen gözyaşları oldu ve belki bazıları daha 6 sene bu gözyaşlarının süreceğini tahmin etmişti...

Fatih Terim geri dönmüştü. Yönetim futbolu katletmiş, başarılı bir takımı ve teknik direktörü bozmuştu. Victoria, Perez, Sergen, Fleurquin gönderilmiş, yerine Ali Lukunku, Almaguer, Christian gibi bilimum gereksiz oyuncular alınmış, belki tek iyi transferimiz metrelerce mesafeden büyüleyici paslar dağıtan Felipe de devre arasında sepetlenmişti. Bu da Galatasaray'ın 3. dev hatası olurken, hem ekonomi tekrar çöküntüye girmiş, hem de Galatasaraylıların aklına haklı olarak: “Lucescu 3 kuruşluk oyuncularla bunları yaptı, bu para ona verilse kimbilir ne olurdu?” sorusu geldi. Yöneticiler Fatih Terim'in egosunun ne boyutlara geldiğini ve takıma zarar vereceğini anlayana kadar yaklaşık 45 milyon dolar bu gereksiz oyuncuların transferleriyle eriyip gitmişti. Sonuç mu? Şampiyonlar Ligi'ne erken veda, 6-0'lık Fenerbahçe rezaleti, 2. bitirilen bir sezon. Avrupa macerası hüsranla sonuçlandı. 1996/97 sezonunda başlayan Galatasaray'ın Türk takımları arasındaki her alanda ezici üstünlüğü belki de bu sene sora ererken, Lucescu Beşiktaş'ın başına geçmiş, kara kartalları 100. yıllarında uçuruyordu. Luce Beşiktaş'a Sergen Yalçın'ı getirmiş, İlhan Mansız'ın müthiş formu, Tümer Metin'in güzel futbolu ve Bülent-Popescu ikilisinden sonra belki de Türkiye'de oynamış en iyi ve uyumlu defans ikilisi Zago ve Ronaldo ile şampiyonluğu 8 puanlık açık bir farkla kazanmıştı. Galatasaray 2. olmuştu, fakat Fenerbahçe'nin harcanan paralara rağmen elde ettiği 6. lık teselli olmuştu Cimbomlulara.

Fatih Terim ile devam kararı Galatasaray için sonun başlangıcı olacaktı. Galatasaray, 2002/03 sezonuna benzer nitelikteki “balon” transferlerle sezona girerken, Fenerbahçe toparlanma peşindeydi. Fenerbahçe renklerine efsane Hollandalı Pierre Van Hooijdonk, Cruzeiro'dan Marcio Nobre, Brezilyalı defans oyuncusu Fabio Luciano ve Trabzonspor'un başarılı orta saha oyuncusu Marco Aurelio'yu bağladı ve iddialı konuma geldi. Beşiktaş 100. yılında gösterdiği şahane futbolla ve oturmuş kadrosuyla yeni sezonun şampiyonluk için en büyük favorisiydi. Galatasaray için son 10 yılın en büyük fiyaskosu yaşandı, sezon 6. bitirilmişti. Beşiktaş 5 puan farkla önde başladığı 2. devrede hakem skandalları ve kulüp içi karmaşalar nedeniyle şampiyonluktan olmuştu ve ezeli rakip Fenerbahçe şampiyon olmuştu. Galatasaray 100. yılından bir önceki sene tarihi önemi olan 2005 için hiç de iyi sinyaller vermiyordu, ve 100. yılında Avrupa'ya bile gidemeyecek olması Galatasaray'daki serbest düşüşü en iyi gösteren şeydi belkide... Yönetimin istifa etmemesi şaşırttı, fakat Fatih Terim bu rezaletin ardından kulüple yollarını ayırdı.

100. yıl için teknik direktörlük tecrübesi olmayan fakat belki de Galatasaray'ın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu, usta sol ayak, efsane Gheorghe Hagi getirilmişti. Taraftarın sevgilisi Hagi'nin göreve getirilmesi şüphe uyandırmıştı. 100. yıl gibi önemli bir senede yönetim hocalık tecrübesi olmayan birini getirerek büyük bir risk almıştı. Fatih Terim'in balon transferleri birer birer kulübü terketmiş, yeni transferler olarak Adanaspor'un başarılı forveti Necati Ateş, genç Romen Gabriel Tamas ve transferin son günü alelacele transfer edilen Rumen futbolcular Florin Bratu ve Ovidiu Petre dikkati çekti. Fenerbahçe, Cruzeiro'dan Brezilya milli takımının Copa America'daki ve Konfederasyon Kupası'ndaki performansıyla dikkatleri üzerine çeken başarılı oyun kurucu Alex de Souza'yı renklerine bağlayarak önemli bir adım attı. Sezon çekişmeli geçti, devre arasında Fenerbahçe dev bir transfer daha yaptı, Nicolas Anelka Fenerbahçeli oldu. Galatasaray da Metz'in Fransa'da oynadığı futbolla adından bahsettiren genç yetenek Franck Ribery'i renklerine bağladı (Bu transferlerden “Anelka ve bonusu” olarak bahsedildi). O sezon Beşiktaş'ta göreve gelen Demirören'in tutarsızlıkları başlamış, devre arasında Real Madrid ile Şampiyonlar Ligi şampiyonu ünvanı bulunan Vicente Del Bosque, siyah beyazlılarda sadece 5 ay dayanabilmişti. Anelka kayıplara oynarken, “bonus” Ribery'nin oynadığı futbol hem taraftarı hem takımı ateşlemiş, takım şampiyonluk yarışında iddialı konuma gelmişti. Şampiyonluk maçı Kadıköy'de Nobre'nin kafa golüyle Fenerbahçe'nin olurken, sadece günler sonra Atatürk Olimpiyat Stadı'nda Galatasaray'ın 100. yıl eğlencesi vardı; Türkiye Kupası'nı 24 yıl görememiş ezeli rakipleri Fenerbahçe'ye karşı oynanan kupa finalinde şampiyonluğun intikamı 5 golle alınmış, taraftar biraz olsun rahatlamış ve Hagi'yi bir anlamda bağrına basmıştı. Fakat yönetim, adeta istikrar istemiyordu ve sezon başında oynadığı Hagi kumarı az çok tutmuş olsa da Hagi ile yollar ayrılmıştı.

Galatasaray'ın 4. dev hatası tam bu esnada geldi. Cimbom'u bütün sezon taşıyan ve kulüplerle adı yüksek rakamlarla anılan, genç yıldız Franck Ribery, ne olduğunu anlamadan bir anda spor haberlerinde amatör kamerayla Marsilya formasıyla poz verirken görüldü. Haber şok etkisi yarattı: Galatasaray, bu yıldızının ücretinin 100 bin €'sunu geciktirerek fırsatçı menajerlere sözleşmedeki açığı yakalama fırsatı bıraktı, ve bir yıldız Galatasaray'dan kaydı gitti... Fatih Terim zamanında tekrar kötüleşen ekonomi, düzelme fırsatını bu hadiseyle kaybetti. Nitekim Franck Ribery bir sezon sonra Bayern Munich'e 33 milyon € ya transfer olacaktı...

Galatasaray, 2005/06 sezonunun başında Erik Gerets ile anlaştı. Hagi döneminden kalan zengin kadro Sasa Ilic ve Hasan Kabze ile güçlendirildi, Fenerbahçe ise yeni sezona bir önceki sezon devre arasında aldığı Nicolas Anelka'dan çok şey bekleyerek girdi. Bu sezon Fenerbahçe'deki en büyük değişiklik ise Pierre Van Hooijdonk'un vedasıydı. Galatasaray UEFA Kupası'nda Tromso'ya elenerek düşüşün ne denli büyük olduğunu adı sanı duyulmamış bir Norveç takımına karşı Avrupa'da havlu atarak gösterdi. Ligde ise sezon boyunca verilen çetin şampiyonluk mücadelesi son yılların en güzel çekişmesine dönüşürken, Galatasaray ve Fenerbahçe son haftaya aynı puanda girdi. Galatasaray taraftarı bu şampiyonluğa çok inanıyordu, çünkü bitime 4 hafta kala Konyaspor-Galatasaray maçı 0-0 giderken son saniyede A takımda ilk maçına çıkan Aydın Yılmaz'ın attığı gol, Vestel Manisaspor'un Fenerbahçe'yi 5-3 yenmesi ve bitimden bir önceki hafta İnönü Stadı'ndaki Beşiktaş-Galatasaray maçında 1-0 geriye düştükten sonra genç forvet Hasan Kabze'nin 2 golü ve özellikle 90+5 te gelen 2. golü Galatasaraylılar için bir işaret niteliği taşıdı. Herkes inanıyordu, son hafta Fenerbahçe ikili averaj sayesinde kazanırsa şampiyon olacaktı. Mucize gerçekleşti, inanç haklı çıktı, Galatasaray hem 45000 kişilik yeni stadına kavuşan ve gittikçe güçlenen Fenerbahçe'ye “dur” dedi, hem de 16. şampiyonluğunu kazanarak Fenerbahçe ile durumu eşitledi.

2006/07 sezonu Fenerbahçe'de Christoph Daum ayrıldı ve efsane Brezilyalı “beyaz Pele” Arthur Zico takımın başına geldi ve Mateja Kezman, Diego Lugano ve Edu Dracena renklere bağlanırken Nicolas Anelka ve Fabio Luciano'nun ayrılışlarıyla savunma ve forvet hattı yeniden oluşturuldu. Galatasaray büyük düşüşünü bir önceki sezon az da olsa dizginlemişti fakat bu sene kadrosuna fazla takviye yapamayan Galatasaray için işler hiç de kolay değildi. Yapılan dikkat çekici transfer ise Arjantin ligindeki başarılı performansıyla dikkat çeken Marcelo Carrusca'ydı, fakat fiziksel olarak Türkiye liginde oynamasının mümkün olmadığı es geçilmişti. Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool, PSV, Bordeaux grubundan 4 puanla sonuncu olarak evine dönen Cimbom, ligde ise sezonu Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın ardından 3. tamamlayarak başarısız bir sezon geçirdi. Galatasaray'da bu sezon en dikkat çeken isim ise Manisaspor'daki kiralık sözleşmesi sona eren ve takıma oturan Arda Turan'ın mükemmel performansıydı.

Galatasaray 2007/08 sezonuna eski teknik direktörü Karl Heinz Feldkamp, Schalke 04'ün Brezilyalı yıldızı Cassio Lincoln, eski Fransa Ligi gol kralı Shabani Nonda, eski bir Fenerbahçeli Servet Çetin, Antalyaspor'dan Volkan Yaman, Manisaspor'dan Hakan Balta, İsveç milli takımı kaptanı Tobias Linderoth transfer edilerek bir anda sezonun en iddialı takımı haline geldi. Yaptığı müthiş transferler taraftarı ve camiayı heyecanlandırırken, sezona Lincoln'ün resitaliyle yapılan başlangıç, “bu sene şampiyonuz” yorumlarını doğurmuştu. Fenerbahçe, sezona Real Madrid'in efsane sol beki Roberto Carlos'u alarak Galatasaray'a benzer bir şekilde girdi. Bazıları Fener için Tuncay Şanlı'yı satarak güç kaybetti yorumları yapsa da sezona geçen sezon transfer edilip bekleneni veremeyen Deivid de Souza'nın müthiş formuyla kanatlardaki açık kapanmış ve Fenerbahçe'nin mükemmel bir ideal 11 i oluşmuştu. Sezon Galatasaray'ın açık üstünlüğüyle başlamıştı fakat Kalli'nin gereksiz disiplini bazı oyuncuları irite etmiş, sezonun sürpriz takımı Sivasspor devreyi lider kapatmıştı. Fenerbahçe ise tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkmış, Sevilla ile eşleşmişti. Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'nde Sevilla'yı da eleyerek Galatasaray'ın ardından 2. çeyrek final gören takım olmuş, bu esnada da ligde önemli puanlar kaybetmişti, fakat buna rağmen ligden kopmamış ve Galatasaray ile Ali Sami Yen'de şampiyonluk maçı niteliğinde bir maç oynamışlardı. Galatasaray için bir sezon önce Fenerbahçe maçında yaşanan olaylardan dolayı 5 maç seyircisiz oynama cezasıyla ilginç başlayan sezon, Kalli'nin istifasıyla 6 hafta hocasız olarak enteresan bitecekti. Sevindirici bir gelişme olan Özhan Canaydın'ın seçime katılmayışı ve Adnan Polat'ın takımın başına geçişi, bu karara sebep olmuş ve şampiyonluğun temelini atmıştı. Galatasaray bu maçta 1-0 galip geldikten sonra Sivasspor'u Sivas'ta zorlu bir maçın ardından 5-3 yenmiş, daha sonra Ali Sami Yen'de GB Oftaşspor'u yenerek şampiyonluk ipini göğüslemişlerdi. Bu takım ruhuyla hocasız elde edilen şampiyonlukla birlikte UEFA Kupası'ndaki 5-1 lik Leverkusen hezimeti az çok unutturulmuş, Galatasaray ezeli rakibi Fenerbahçe'nin arkasına düşmüş olmasına rağmen en azından ligi kazanarak geri dönüş sinyalleri vermeye başlamıştı.

2008/09 sezonuna ise Fenerbahçe, Galatasaray'a benzeyen bir hata yaparak Zico'yu görevden aldı, yani yolunda giden işleri bozdu, aynı 2002'de Cimbom'da yaşananlar gibi. EURO 2008'in yıldızlarından ve Fenerbahçe'nin Alex de Souza'dan sonra en istikrarlı, en önemli ve üstüne üstlük Türk statüsünde oynayan Mehmet Aurelio'yu ücretsiz satmaları bence Fenerbahçe için sonun başlangıcı oldu. Zico'nun yerine getirilen 70'lik Luis Aragones kendini hala İspanya milli takımında sanıyor, o sistemle oynuyor ve sonuç ortada. Fenerbahçe'de ortalık kısa bir süre sonra karışacak ve bir düşüş süreci başladı, bu devam edebilir. Beşiktaş zaten karmakarışık ve bu yönetim olduğu sürece hiçbir iddiasının olabileceğini düşünmüyorum. Galatasaray yaptığı hatalar zinciri sonucu son birkaç senedir Avrupa'da gördüğümüz sefil duruma düştü ve bence bu durumu toparlamak için doğru olan bu sezona çok yanlış bir teknik direktörlük seçimiyle başladık. Sistem ve taktik bilmeyen, ve bu denli kaliteli bir kadroyu değerlendiremeyen Skibbe'nin gitmesini benim gibi istikrar yanlısı bir kişi bile istiyor, çünkü Skibbe'nin Lucescu gibi takıma verdiği ekstra birşey yok, bizim maç kazanma stilimiz birkaç oyuncunun kişisel yeteneği. İki tane topu iyi kullanan forvete sahibiz ve hala havadan oynamaya çalışıyoruz ve oyuna çıkarken savunmamızda ipini koparan topu ileri şişiriyor. Bir Galatasaray taraftarı olarak umuyorum ki Galatasaray bu hatalar zincirine devam etmez de Avrupa'daki eski günlerine dönebilir...

Semih Şentürk


"Oğlum diye demiyorum, atarsa Semih'im atar"
Kral, müzmin yedek, nöbetçi golcü ne derseniz deyin. Türkiye'nin en iyi santroforu değil, en iyi forvetinden bahsediyor oluyorsunuz. Yıllarca yedek beklediği takımda Van Hooijdonk'tan topa nasıl vurulacağını, Nobre'den nasıl pozisyon alındığını, Alex'ten nasıl çabuk düşünüp nasış pas vereceğini öğrenmiş. Takımının ikinci kaptanı, tabir-i caizse bayrak adamı. EURO 2008'deki 90+ klasiğini devam ettirip Fenerbahçe'ye nefes aldırdı. Herkes susacak, o konuşacak artık...

Kocaeli 2 - 3 Fenerbahçe

Günü kurtardı Fenerbahçe. Bakmayın Kocaeli'nin ligde sonuncu olduğuna. Taraftar desteği ve futbolcu kalitesiyle ligde yükselecektir. Fenerbahçe ise ittire kaktıra aldığı ilk deplasman galibiyetiyle Arsenal maçından önce bir nefes aldı.

İlk yarı Bank Asya temsilcisi gibi savunma yapamayan, hucüm edemeyen bir Fenerbahçe vardı sahada. Alex'in ön liberoda Aurelio, Semih'in ise Alex rolünde olduğunu gördük. Aslında bu bile Aragones'in ne kadar vurdumduymaz olduğunun göstergesi. Savunmanın arkasına atılan toplar, Serhat'ın Önder'in belini kırma girişimleri üstüne geldi Kocaeli golü. Fenerbahçe topu yere indirmeyerek uzun Kocaeli savunmasınn suyuna gitti.

İkinci yarıysa apayrı Fenerbahçe vardı. Tamam çok iyi değildi fakat 7 haftadır göremediğiz bir şey, hırs vardı. Üstlerine giydikleri formanın ağırlığını hissetmeye başladı Fenerbahçe'li futbolcular. Semih'in çok güzel hareketinden sonra verdiği pasla Güiza'nın akıl dolu vuruşu Fenerbahçe'yi ateşledi. Hemen 3 dakika sonra Uğur'un golü, Fenerbahçe'yi rahatlattı. Kocaeli pozisyon bile bulmadan beraberliği yakaladı. Baktığımızda, bu sezon Fenerbahçe'nin yediği gollerin çoğu bireysel hatalardan. Burada da Deniz Jestrovic'e çok şık (!) bir asist yaptı. Güiza yine sahneye çıkıp güzel bir asistle maçı Fenerbahçe'ye getirdi. (Semih'e ayrı bir paragraf değil, ayrı bir yazı yazacağım)

Aragones'e gelince. Maça etki edecek bir hareket yapmadı. Oyuncuları ise zorunlu olarak değiştirdi. En ilginciyse ikinci golün sevincini yaşamayıp, Deniz'e bir şeyler anlatmaya devam etmesiydi. Takımın 3 mağlubiyet almış üst üste, sen geriden gelip öne geçtiğinde bile bir sevinç pırıltısı göstermiyorsun. Takıma mental olarak bırakın katkı yapmayı, baltalıyor futbolcuların mental isteğini.

Güiza'yı eleştiren taraftar kaldığını sanmıyorum. İstekli performansına 1 gol 2 asist ekledi. Alex geride oynamanın zorluklarını çekiyor. Gol yollarında pek görülmedi. Uğur vasattı, kritik bir gol attı. Deniz, Selçuk, Ali Bilgin Samandıra'ya bile alınmamalı. Carlos biraz toparlanmıştı, ritim tutmaya başlıyor. Bir galibiyet herşeyi gül pembe yapmaz ama Fenerbahçe Semih-Güiza ikilisiyle seneyi bir şekilde kurtarabilir.

Kazım'ın omzu çıkmış, Önder'in sağ ayağında bir problem, Carlos sekerek maçı tamamlamış, Semih oyundan çıkmanın eşiğinden dönmüş... Hafta içi Arsenal maçı var, takımda sağ bek kalmadı. Ali Bilgin'i Walcott'un karşısında görmeyi rüyamda bile istemiyorum. Bir maçta 4 sakatlık riski. Sergen Yalçın'a özenip kurşun döktürmesi lazım oyuncuların.

Çin GP


Yarın 10'da başlayacak yarışta belki bu senenin Formula 1 şampiyonu belli olacak. Pilotlar klasmanında ilk üçte olan Hamilton yarışa 1., Massa 3. ve Kubica 12. sırada başlayacak. Eğer Kubica bu sabah sıralama turlarında iyi bir derece yapsaydı, geçen sene Raikkonen'den gelen mucizeyi beklerdik ama şu anda şampiyona Hamilton ve Massa arasında. İki yarış kala Hamilton 5 puanla önde, yarın ki yarışta 6 puan fark yaparsa ilk şampiyonluğunu kazanacak. Hafta içinde, Japon GP'sinde karıştığı kazayla ilgili olarak "Agresif tavrımı değiştirmeyeceğim" demişti. Yolda yapacağı tek hata, aynı geçen sene ki gibi, ona şampiyonluğa mal olacaktır.

Kubica atak yapacak, Massa sıkıştıracak, Hamilton agresif olacak. Üstüne Raikkonen'in onur mücadelesi, Alonso formunu korumak istemesi... Bol olaylı, fazla temaslı, tartışmalı bir yarış olabilir. Biz Formula 1'i zaten bu yüzden sevmiyormuyuz?

17 Ekim 2008 Cuma

Fortis Türkiye Kupası Grup Kuraları


A Grubu
Gaziantep Büyükşehir Belediye
Antalyaspor
Gaziantepspor
Trabzonspor
Beşiktaş
B Grubu
Malatyaspor
Altay
Kayserispor
Ankaraspor
Galatasaray
C Grubu
Alanyaspor
Manisaspor
Konyaspor
Denizlispor
Sivasspor
D Grubu
Tokatspor
Eskişehirspor
Bursaspor
Ankaragücü
Fenerbahçe

16 Ekim 2008 Perşembe

Delilik mi Dahilik mi?

Kesinlikle delilik. Önce LeBron'a sulanmışlardı, şimdi sıra Kobe'de...

Evet Komşu'nun Pire temsilcilerinden Olympiakos global kriz olduğundan habersiz transfer piyasasına girişmişe benziyor. Josh Childress'ıda yaz başında kadrosuna katan Olympiakos sezon sonu sözleşmesini opsiyon kullanarak bitirebilecek Kobe'ye 3 yıl/60 milyon euro teklifte bulunmaya hazırlanıyormuş. Bu bir Avrupa takımı için inanılmaz büyük bir rakam. Geçen sezon yanılmıyorsam 12-13 milyon euro civarında bir takım kuran Fenerbahçe Euroleague'de çeyrek finale kalmıştı. Kobe'ye Lakers'tan ödenebilecek maksimum kontrata bakarsak 6 yıl/90 milyon euro (vergiler sebebiyle). Bu transfer çabaları bizim eski zamanlarda FM/CM tarzı oyunlarda Gabriel Batistuta'yı almaya çalışmamızı anımsatıyor. Hoş, hiç bir zaman çubukluyu giydirememiştim Batigol'e...

12 Ekim 2008 Pazar

TurkİŞİ Cafu


Bugün bütün gazetelerde Sabri'nin Türk Cafu olduğu söylendi. Hala öğrenemedikmi tek maçta insanları Tanrı katına çıkarmayı? Tamam iyi bastı, maçın yıldızıydı ama bu bizim Sabri, şut çekemeyen, orta atamayan, adam geçemeyen, savunma yapamayan...

Yalancının Mumu

Ve sezonun ilk cezası geldi.. Son yıllarda cezalarda büyük bir patlama yaşanıyor fakat daha maç oynamadan ceza alan basketbolcu pek hatırlamıyorum.


Kahramanımız Golden State'in iki senedir göze hoş gelen basketbol oynamasını sağlayan Monta Ellis. Ağustos'un sonlarına doğru geçirdiği mo-ped (bisiklet-motorsiklet karışımı araç) kazasında ayağından sakatlanan Ellis'in ceza almasına yol açan suç bunu takım doktorlarına anlatmaması. Geçen sezon 6 yıl/66 milyon dolarlık kontrata imza atan Ellis'in bu suçu, kendisine tam 3 milyon dolara patlıyacak. Zaten bu sakatlığı sebebiyle geçirdiği ameliyat sonucu Aralık'ın ortasına kadar oynayamayacak olan Ellis'e verilen cezanın süresi ise 30 maç - Ben Wallace'a verilen cezaya bakarsak biraz acımasız davranılmış ama konumuz bu değil. Bu 30 maçın içinde 4 hazırlık maçının da ekli olduğunu hatırlatalım. Buna göre Monta Ellis sezonun 26. maçında forma giyecek. Ceza aldığı için hiç oynamadan para kazanamayacak olan Ellis'e ise bu 30 maçın faturası 3 milyon dolar. Bu süreçte takımla deplasmanlara ve antremanlara da gidemeyecek olan Ellis sadece kulübün rehabilitasyon ve kondisyon salonlarını kullanabilecek. Warriors Başkan'ı Robert Rowell'in ise bu cezayı takımın GM'i Chris Mullin ve koçu Don Nelson'u karşısına alarak verdiğini de not düşelim.

Aman Üşütme Evladım

NBA'de sezonun başlamasına az bir süre kala takımlarda hazırlık maçlarını oynuyor. Fakat dün gece oynanan ve Phoenix'in Denver'ı 77-72 ile geçtiği maç, NBA tarihinde 38 sene sonra yeni bir ilke imza atıyordu. Açıkhavada bir profesyonel maç.


Klasik bir muhabettir basketbol oynayan insanlar arasında; sokak basketbolu mu salon basketbolu mu? 8 yılımı basketbol oynayarak geçirmiş biri olarak, takım oyununu, savunmayı, sete set hucümda yapılan kişisel yeteneklere hayran olan ben, tercihimi kesinlike salon basketbolundan yana kullanmaktayım. Kişiden kişiye değişir bu tercih, ona tabii ki lafımız yok.

Maçın skorunada baktığımızda aslında görünen çok açık bir şey var. Bu maçı oynayan iki takım da, geçen sene NBA genelinde en fazla sayı atan 2. ve 3. takım (1. Golden State: 111.03, 2. Denver: 110.65, 3. Phoenix: 110.07) Skorun ise 77-72'yle herhangi bir Cleveland-Detroit maçını anımsatması, açıkhavanın şutarı ne kadar etkilediğinin en önemli kanıtı (Denver %36.2, Phoenix %31.6). Hava sıcaklığının maç sırasında 60 Fahrenheit, yani yaklaşık 15.5 dereceye kadar düşmesi oyuncuları baya zorladı. Hatta Shaq havanın soğukluğuna gönderme yaparak şakayla karışık bir biçimde bu maçları sadece Haziran ayında oynayacağını söyledi. Bir başka istek ise Denver koçu George Karl'dan geldi. Böyle bir maça çıktıkları için çok mutlu olduğunu belirten Karl, David Stern'un demir file önerisini kabul etmemesine ise üzüldüğümü söyleyerek, kalbimizi fethetmeyi başardı.

Öte yandan David Stern'ü inanılmaz pazarlama yeteneğinden dolayı kutlamak lazım. NBA takımlarını Uzak Doğu ve Avrupa ülkelerine götürerek uykusuz geceler geçirteceği yeni yandaşlar kazanırken, hem de oynanan ligin popüleritesini arttırıyor. Ayrıca, bir hazırlık maçı için 16.000 kişilik bir tenis kortunun sold-out olması ve bu maçın ulusal kanalda yayınlanması inanılmaz bir başarı. Kendilerini Boğaz'da smaç yaparken görmek istiyoruz.

11 Ekim 2008 Cumartesi

3 Büyükler ve Hocaları

Beşiktaş'ta Ertuğrul Sağlam istifa etti, taraftar-yönetim-medya baskısından bıktığı için muhtemelen. Yerine gelen, başkan Yıldırım Demirören'in hakkında geçen sene "Ben buradayken o bu kulübün kapısından içeri giremez" tarzı bir söz sarfetmiş olduğu Mustafa Denizli.

Galatasaray Ümit Davala ve Edwin Boekamp'ın görevine son vermiş. Michael Skibbe'ye istifa baskısı yaptırmak için olduğu düşünülüyor.

Fenerbahçe Aragones'i istifaya zorlamak için Bülent Uygun'u teknik ekibe bir şekilde sokup, ona yetki sağlamayı düşünüyor. Yöneticilerden bazıları; "Onuru varsa istifa etsin" diyormuş. Kovamazlar, çünkü Aragones'in tazminatı bayağı sağlam.

Şaka gibi.

10 Ekim 2008 Cuma

Nerden Nereye!


Futbolla dolu geçen günler geride kalırken Nba sezonun başlmasınada yaklaşık 20 gün gibi bir süre kaldı bende sezon öncesi tuttuğum takım olan İndiana Pacers'ı geçmişede bakarak bi değerlendiriyim dedim.(Demez olsaydım bu kadar kötü bi tablo olamaz).

Yaklaşık 8 sene önce NBA finali oynamış bir takımın nasıl bu hallere düştüğünü merak ettim ve bir araştırma yaptım nedenlerinide çok rahat buldum açıkçası.2000 yılında takımın başında coach olarak Larry Bird vardı tabi Larry Bird'ün müthiş oyun bilgisi sayesinde Pacers müthiş savunma yapan sert bir TAKIMdı.Larry Bird'ün ardından NBA tarihinin en iyi coachlarından!!!!Isiah Thomas takımın başına gelince doğal olarak bir düşüş yaşandı tabi bu arada takımdan Sam Perkins,Jalen Rose gibi isimler gitmiş yerine Ron Artest ve Jamaal Tinsley gibi sorunlu oyuncular gelmişti tabi Isiah Thomas'ta sorunlu olunca pek bir sorun olmuyodu açıkçası.Neyse Thomas döneminide az hasarla atlatmıştık tabi bu Larry Bird yeni GM olunca herşey daha iyi olacak sanıyordum(ki iyi işlerde yaptı ama sonra hepsi ters tepti).Nitekim Isiah Thomas'ı göndererek isabetli bir karar verdi ve bir önceki sezon Detroit'te başarılı bir sezon geçirmiş ve takım oyununu benimseyen Rick Carlisle'ı takımın başına getirmişti.Dediğim gibi Carlisle sayesinde 2003-2004 sezonunda normal sezon 1.si olup Doğu Finalinde o sezon inanılmaz oynayan Detroit'e elenmiştik.Zaten ne olduysa ondan sonra oldu...

Bir sonraki sezona Larry Bird müthiş bir hamle yaparak!!! NBA'in önemli yıldızlarından!!! Stephen Jackson'ı kadroya kattı.Aslında sezona çok iyi başlamıştık ama Larry Bird'ün oynadığı kumar tabiki ters tepti o kadar sorunlu oyuncu hiç uslu durur mu?Durmaz,duramazlar nitekim duramadılarda.Kasım ayında The Palace'ta oynanan maçta Ben Wallace'ın çıkardığı kavga! Artest'in şovuna!!!!! dönüşmüştü.Kendisi sinirlerine hakim olamayıp tribünlere çıkıp bir taraftarı dövdü tabi bizim diğer gaz oyuncumuz olan müthiş süperstar Stephen Jackson'da hemen onun arkasından daldı asıl burada ilginç olan asi çocuk olarak bilinen Detroit'li Rasheed Wallace'ın olayları sadece uzaktan izliyor olması.Tabi sadece 2 isim değil Jermaine O'neal'ın attığı uçan yumruk!! sonucunda Artest sezon boyu ceza aldı diğerleri ise 20 maçla kurtardı.Herşeye rağmen o sene playoff yaptık ama playofflardan sonra Reggie Miller basketbolu bırakınca bence çöküş dönemi resmen başlamış oldu.

Bir sonraki sezon yine umutluyduk bu sefer mükemmel GM'imiz herhangi bir hamle yapmamıştı ama Artest'in sezon başında saçma bir sebepten takasını istemesi umutları birkez daha tüketen olay oluyordu.Neyseki Peja Stojakovic'i almayı başardık Kings'ten Artest'e karşılık ama o da sezon sonunda New Orleans'a gitmeyi tercih etti bu arada emektar oyuncumuz Al Harrington yeni saç stiliyle yeniden takımımıza dönmüştü ve gayet iyi oynarken Larry Bird devreye girdi ve müthiş bir takasa!! imza attı.Troy Murphy ve Dunleavy Jr'a karşılık Harrington ve Jackson'ı vererek GMlikte ne kadar iyi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.Bu takastan sonra artık PACERS 2000deki TAKIM görüntüsünden uzak oyuncular topluluğu haline dönüşmüştü bide üstüne Jim O'brein gelince Pacers organizasyonu resmen kendini astı.

20 gün sonra 2008-2009 sezonu başlıyor Larry Bird birkaç hamle yaptı ama doğrumu onu bilemicem artık inşallah diğer hamleleri gibi fiyaskoyla sonuçlanmazda yeni sezonu rezil olmadan tamamlayabiliriz

9 Ekim 2008 Perşembe

Sonun Başlangıcı

Günledir aşık olduğum takım adına bir kaç kelime çiziktirmek istiyodum fakat gerek UEFA Kuraları gerek Sağlam'ın istifası ve yaklaşan sınavlarım nedeniyle pek fırsat bulamadım Fenerbahçe'm hakkında geniş çaplı bir analiz yapma imkanına.

Aslında nereden başlamam gerektiğini gerçekten bilmiyorum. Fenerbahçe'yle ilgili hatırladığım ilk sahne 1995 şampiyonluk töreni (futbolcuların boyunlarından Hawaii tarzı çiçek kolyeler geçirilmişti) bugüne kadar bu takımın bu kadar umutsuz bir vaka olduğu dönemi hatırlamıyorum. Aziz Yıldırım'ın başkan olarak seçildiği ilk iki sene (ki 1998-1999 sezonunda Metin Diyadin'in ayağı kırılana kadar takım inanilmaz atak bir futbolla gözlerimizin pasını siliyordu), ve Werner Lorant'lı ikinci senesi (2002-2003, 6-0'lık tarihi maçı barındıran sezon); şu anda geçirmekte olduğumuz hayal kırıklığının yanında parlak performanslar olarak duruyor. Bu durumun suçlusunu bulma çabasına girdiğimizde ise daha umutsuz bir tablo karşımıza çıkıyor. Çünkü herkesin bu işin içinde bir suçu var. Taraftardan futbolcuya, antrenörden yönetime, hatta ve hatta doktoruna kadar herkesin bir suçu var.


Aragones'ten başlamak lazım belki. Haziran sonunda kazandığı Avrupa Şampiyona'sının karizması ve güveniyle geldi Türkiye'ye. Fabregas'ı yedek bırakabilecek, hatta Raul ve Bojan gibi oyuncuları kadroya alma gereksinimi duymayacak kadar geniş bir kadrosu vardı. Xavi-Iniesta-Senna üçlüsü belki Avrupa Şampiyonlu'ğunu İspanya'ya 44 yıl sonra getiren en önemli etkendi. Tabii buraya gelirken yine aynı turnuvada Türkiye'nin yarı final oynamasında çok büyük etken olan Mehmet Aurelio'nun gideceğini tahmin etmiyordu. Bunun üzerine hemen transfer çalışmalarına girildi, fakat Xabi Alonso Marcos Senna gibi isimler ikna edilemeyince Fenerbahçe 33 yaşında, Senna'nın üçüncü yedeği Josico'yu aldı. Şu anda elinde bulundurduğu 4 orta sahayı (Emre hariç; Maldonado, Selçuk, Josico, Deniz Barış) toplasan bir Aurelio etmeyeceği bu kadar açıkken; Fenerbahçe'nin yıllardır oynadığı kendine özgü tek forvet sisteminde en önemli mevkisinin orta saha olması bu sezonki kötü gidişin en önemli sebeplerinden biridir. Burada suç Aragones'te değil diyebilirsiniz, ve bu konu da bir yere kadar haklı da olabilirsiniz. Fakat bana kimse Can Arat ve Yasin Çakmak'ın Önder Turacı yerine oynamasını; Selçuk, Maldonado rezaletken topa her zaman basan ve ayağında topu en azından stop edebilen (Selçuk ve Maldonado'nun bunu bile yapamaması ilginç bi ayrıntı), oyuna sokan, hucüma çıkartan Emre'nin solda oynayıp takımın sezon başından beri en etkili 3 isimden biri olan Uğur Boral'ın yedek kulübesinde beklemesini açıklayamaz. Bunları görmek için bırakın geçen senenin maç kasetlerini, idmanları 10-15 dakika izlemek yeterli olmalı. Bütün bu etkenlere Aragones'in futbolculara karşı oldukça soğuk bir tutum sergilemesi ve son Kayseri maçında Maldonado'yu devreyi beklemeyerek 45+1'de oyundan alarak onu taraftarlar önüne atması; futbolcularında ona karşı olan tutumunu negatife çevirmeye yeterli oluyordur. Geçen sene Zico'ya duydukları sevgi ve saygının zerresini Aragones'e duyduklarını zannetmiyorum.

Geçen sene Fenerbahçe'nin oynadığı Avrupa Kupası maçlarına bakın. Milano'daki Inter deplasmanının ikinci yarısı haricinde ezildiği, boyun eğdiği tek bir dakika göremezsiniz. Zico'nun da Chelsea depasmanından sonraki açıklamasında olduğu gibi "karakterli" bir takımdı Fenerbahçe. İnatçı, saldırgan fakat bir o kadar da kontrollü ve soğukkanlı. Kendi kalesini art arda bombalamasına rağmen oyun disiplininden korkmayan, ve Avrupa arenasında oynamaya alışmış bir Fenerbahçe vardı. 100. yılda gelen şampiyonluğa rağmen istifa etmesi istenen Zico ilahlaşmıştı. Bunun nedeni ise futbolculara getirdiği güven unsuruydu. Peki, milyon eurolar kazanan bu "profosyonel" futbolcuların (Brezilyalı'ları bundan genellemeden ayrı tutuyorum), farklı bir teknik adam gelince adeta futbola küsüp mücadele etmeyi bırakmalarının bir açıklaması olabilir mi? En yakınındaki arkadaşına pas atmayı unutturucak kadar depresif ruh haline girmemeli bu futbolcular. Ya da ekmek yediği kulüp adına sahada ruh halinde dolaşmamalı. İşte bu yüzden Güiza'yı bağrına bastı bu taraftar. Didindiği için, çalıştığı çabaladığı için.

Taraftara gelince, herkes Aziz Yıldırım'ın karşısında bir birlik oldu. Taraftar gruplarına karşı yaptığı anti-propoganda, Maraton Üst bölümünün ortası olan E Blok'u önce özel trbün yapıp, taraftar gruplarının buraya girşini engelleme çalışması. Başaramayınca bu trbünden bedava bilet dağıttırıp bu taraftarları kışkırtması, stada pankart yasağı getirmesi... Bütün bunlara karşılık öde gelen gruplar GFB, Kill For You, Grup CK, Vamos Bien, Legend, Esenler ve taraftarın en güçlü forumu Antu, ortak bildiriler yayınlayıp bunlara sert tepki gösterdi. Tabii bu taraftarlarda sütten çıkma ak kaşık değil. "Seyirci" ya da "müşeri" olarak nitelendirdikleri insanlara karşı koydukları tavır onları bu mücadelelerinde yalnız bıraktı. Bunlara acil olarak çözüm bulması gereken Fenerbahçe taraftarları, 10 sene öncesine kadar en sağlam taraftar sıfatını geri almalı. Çünkü Türkiye'nin en büyüğüne yakışan da budur.

Aziz Yıldırım... 10 sene de kulübe bırakın çağı, boyut atlatan, insanların rüyalarında göremeyeceği isimlerin sırtına Fenerbahçe forması giydiren; tesisleşme alanında rekorlar kırmış; tartışmasız Fenerbahçe 102 yıllık tarihininin en büyük başkanı. Fakat bu sene çok eleştiriliyor. Ben ilk olarak açıklamalarına değineceğim. Ne demişti Aziz Başkan, "Roberto Carlos'u geride bırakacak bir oyuncu getiricem", "Yurtdışında oynayan bir Türk çocuğu alacağım" (Emre transferinden sonra), "Geçen senekinden daha iyi bir takım olucaz", "Mehmet Aurelio neden bu kadar büyütülüyor anlamıyorum". Haziran'dan beri yaptığı belli başlı açıklamalar bunlar. Peki bunların kaçı gerçekleşti? Transferler Güiza, Emre, Burak Yılmaz. Üçünü toplasan sol baldırı bile etmez Carlos'un. Yurtdışından transfer yapılmadı, yerine bence Ali Bilgin'den hiç bir fazlası olmayan Burak Yılmaz küme düşen Vestel Manisaspor'dan alındı. Bunlara ek olarak şu anda ki takım ne geçen senekinden daha iyidir, ne de Aurelio'nun değeri bu açıklamalarla düşmüştür. Aksine, her geçen gün değeri daha fazla anlaşılan biridir Aurelio.

Özhan Canaydın'ın ilk icraatı takımın başına Fatih Terim'i getirmekti. 1996'da Fatih Terim'le başlayıp, Lucescu'yla devam eden, 5 lig şampiyonluğu, 1 UEFA Kupası, 1 Süper Kupa ve Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali'yle taçlandırılan bu 6 yıl sonunda yanlış bir hamleyle yüzünden yerle bir olmuş, ve bu seneye kadar toparlayamamış bir Galatasaray ortaya çıkmıştı. Öte yandan temelleri Daum'un geldiği sene olan 2003-2004'te atılan, 3 sene sonunda Zico'yla devam eden bu takım, 5 senede 3 şampiyonluk, 2 lig ikinciliği (biri son haftada, biri son iki haftada-kaçan şampiyonluk demek daha doğru olur) UEFA Kupası'nda son 16 ve Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final. Görüldüğü gibi çok parlak geçen 5 senenin ardından, yanlış bir hamleyle Aragones'in başa gelmesi ve heba olan bunca emek, başarı.

Fenerbahçe için bu sezon kayıp bir sezondur. Belki bir sezonda alması gereken mağlubiyet sayısını ilk dört haftada, derbi oynamadan elde etmiştir. Şimdiden gelecek sezonun planlaması yapılmalıdır. Yeni hoca, eğer değiştilicekse devre arasında gelip takıma ve ülkeye (özellikle medyaya) alışmalı, istediği transferler Mayıs, Haziran başında yapılmalıdır (bu sezon ki Trabzon). Kendisini 10 sene geriye götürmeye göz yumarsa bu yönetim, Fenerbahçe için sonun başlangıcı olur bu sene..

Not: İnşallah Fenerbahçe'm bana bu kadar lafı yedirir. Ama dediğim gibi, umut yok ki..

8 Ekim 2008 Çarşamba

Mustafa Denizli Şampiyon Yap Bizi


Dün Ertuğrul Sağlam'ın istifasından sonra boşalan Beşiktaş teknik direktörlük koltuğunun yeni sahibinin Mustafa Denizli olduğu haberleri dolaşıyor. Kariyeri boyunca ilk defa kendi kurmadığı bir takımı devralacak Denizli. Fakat şu anda Trabzon deplasmanından geçmesine rağmen Galatasaray'la 4, Fenerbahçe'yle 8 puan fark yapmış bir Beşiktaş var. Buna ek olarak, kadro yapısı ve elde ki oyuncular Mustafa Denizli'nin Fenerbahçe'yi şampiyon yaptığı 2001-2002 senesine dair benzerlikler bulunduruyor. (Haim Revivo-Matias Delgado, Serhat Akın-Bobo, Lazetic-Cisse) Tek eksik belki o sezonun flaş ismi Milan Rapaiç gibi her an skoru değiştirecek bi oyuncuları olmaması. Hali hazırda iyi bir kadrosu bulunan Beşiktaş, Mustafa Denizli gibi Türkiye'nin en yetenekli teknik adamıyla tek hedef olarak belirledikleri şampiyonluğun en büyük favorisi olmuştur.

Öte yandan yardımcı antrenör olarak Sergen Yalçın'ın görev alacağı konuşuluyor. Yeni sezonda NTVSpor'da maç sonrası programlarında Beşiktaş'ı çok sert bir şekilde eleştiren Sergen'in takımın içine sokulması ilginç bir olay. Bundan bir kaç sene öncesine bakıp Sinan Engin'in şu anki görevine getirildiği zaman dönersek, Sinan Engin'in o zamanlar Beşiktaş ve yönetimini en şiddetle eleştiren kişi olduğını görüyoruz. Acaba bu Yıldırım Demirören'in kendisine gelen eleştirileri durdurmak için seçtiği bir yol mu? Sinan Engin demişken iki gün önce istifası reddedilmesine rağmen görevden alınacağı da konuşulanlar arasında. Mustafa Denizli-Sergen Yalçın-Sinan Engin. Bırakın üç cambazı iki cambaz bile aynı ipte oynayamaz...

Son lafım yıllarca şampiyonluğa hasret kalmış yaratıcı (!) Beşiktaş taraftarına. İnönü "Mustafa Denizli, şampiyon yap bizi" diye inler mi?

Kral Devam Dedi!


Aylardır Kral'ın yani Hakan Şükür'ün futbolu bırakıp bırakmadığını açıklamasını bekliyoduk ve o açıklama bugün geldi.Kral futbol hayatına devam edeceğini ve Birleşik Arap Emirliklerin'den bir takımda oynayacağını açıkladı.Tabi böyle bir kararı niye verdi anlayamadım hala futbol oynamak istediğini söylemiş ama bu yaştan sonra oynasa ne olur oynamasa ne olur bence zirvede bırakması daha iyi olurdu inşallah kendisi ve ailesi için hayırlı olur

Hakan Şükür'ün futbola devam etmesi doğru mu tartışılır ama bu sorunun cevabını ilerleyen günlerde alacağız heralde...

7 Ekim 2008 Salı

Ertuğrul Sağlam

2006'daydı galiba. Champions dergisinin geleceğin en iyi 20 teknik direktörü arasında gösterdiği bir Türk, Ertuğrul Sağlam. O günlerde Anadolu'nun yükselen takımı Kayserispor'un başında.

2007'de(Mayıs sonu veya Haziran'da) Beşiktaş'ın başına geçiyor kendisi. Hikaye burada başlıyor aslında. O günlerde söylediğim "Kayseri'yi bırakıp Beşiktaş'a gelmesi hata, burada onu bitirirler" sözünün gerçek olması ne yazık ki 16 ayı buluyor.

Düzgün bir insan Ertuğrul Sağlam. Bunu farketmek için veda konuşmasını okusanız yeter. Güntekin Onay'ın söylediği gibi, sadece iyi insan olmak yetmiyor belki. Peki, kim gelecek Ertuğrul Sağlam'ın yerine şimdi? Ve o geçecek olan kişinin, takıma alışmak'la başlayan bir sürü sorunu çözmeye çalışmasının alacağı zamanda Beşiktaş zarar görmeyecek mi? Galatasaray ve Fenerbahçe'nin gerek hocalarıyla gerek genel olarak çöküşte olduğu bir dönemde, en oturmuş gibi gözüken "3 büyük" Beşiktaş neden kendini sabote etmeye çalışıyor? Madem Ertuğrul Sağlam'la devam etmeyecektiniz, bunu neden sezon başlamadan veya sezon bitince yapmadınız? Hadi Arsenal - Arsene Wenger örneğini geçtim(Yok istikrar başarı getirir filan), iki kötü sonuç sonrası kriz moduna girip hocanızı kovacaksanız, nasıl "büyük takım" olabilirsiniz?

Yazık oldu Ertuğrul hocaya. Belki de hatası, takım yönettiğini "düşünen" bir yönetimle çalışmasıydı. Ama son maçını kazandı ya, her şeye rağmen, helâl olsun. Ve yolu açık olsun, umarım futbolu bilen insanlarla çalışır bundan sonra.

Laz İşi Transfer




Yattara'nın Katar serüveni başka bahara kaldı. Trabzon'da kemençeye devam...

Sinyor'dan İkinci Kıyak

Kim iki ay öncesine kadar bilebilirdi ki Fenerbahçe tarihine mal olmuş birinin ezeli rakip Galatasaray için Şükrü Saraçoğlu Stadı'ndaki UEFA Kupası Finali yolunda kolaylıklar sağlayacağı. Bilindiği gibi Sinyor ilk kura çekiminde Galatasaray'a; Napoli, Standart Liege, NEC Nijmegen, Bellinzona, Honka Espoo ekipleri arasından Bellinzona'yı çekerek turnuvanın grup safhasına katılması için erken vize vermişti.





Bu sefer ise torbalarının çok güçlü olmayan takımlarıyla eşleşti Galatasaray. İlk torbada Milan, Sevilla, bu senenin formda ekibi Valencia, ve Almanya lig lideri Hamburg'un olduğu torbadan; bu sene vasat bir performans sergileyen ve 5 maçta 9 puanla ligde 5. sırada bulunan Benfica'yı (dün gece Leixoes deplasmanında 1-1 berabere kaldılar) çekti.

İkinci torbadan ise yine kalbur üstü takımlardan Olympiakos'la eşleştiler. Aston Villa ve Portsmouth gibi İngiliz temsilcilerinin yerine Alman Hertha Berlin'i çekmeleri şanstı. Son torbadan ise kapalı kutu bir ekip yerine geçen haftalardan tanıdığımız ve nasıl bir ekip olduğuna dair az çok fiktimiz olduğu Methalist Kharkiv geldi.

Senelerdir kuralarda çok şanslı olan temsilcimizin bahtı fikstür çekimlerindede yaver gitti. Gergin atmosferli Yunanistan ve o sırlarda soğuk olacak Ukranya deplasmanlarına gideceklerine bu maçları evinde oynamaları çok önemli bir avantaj. Ayrıca Almanya'da ki gurbetçilerimizin desteği Hertha Berlin maçını bir deplasman havasından çıkaracaktır. Benfica deplasmanı ise zor olmakla beraber hemen ertesinde oynanacak olan Fenerbahçe derbisi bu maçta Galatasaray'ın şansını düşüren bir etken. Son haftayı BAY geçmenin avantaj olup olmadığını ilerleyen günler belirleyecek.

Sonuç olarak Galatasaray bu sene güçlendirdiği kadrosuyla geçen sene yaşadığı zorlukların uzağında başarılı bir performans göstererek bu gruptan güle oynaya çıkacaktır.

UEFA Kupası Grup'lar




A GRUBU
Schalke
PSG
Manchester City
Racing Santander
Twente




B GRUBU
Benfica
Olympiakos
Galatasaray
Hertha Berlin
Metalist Kharkiv




C GRUBU
Sevilla
Stuttgart
Sampdoria
Partizan
Standart Liege


D GRUBU
Tottenham
Spartak Moskova
Udinese
Dinamo Zagreb
Nijmegen

E GRUBU
Milan
Heerenveen
Braga
Portsmouth
Wolfsburg

F GRUBU
Hamburg
Ajax
Slavia Prag
Aston Villa
Zilina


G GRUBU
Valencia
Brugge
Rosenborg
Kopenhavn
St Etienne


H GRUBU
CSKA Moskva
Deportivo
Feyenoord
Nancy
Lech Poznan


Özellikle C ve E grubuna bakınca çoğu Şampiyonlar Ligi gruplarından daha kalitlei takımların olduğunu görüyoruz. Bize Aalborg, BATE gibi takımları Şampiyonlar Ligi'nde seyrettirmeye alıştıracak Platini'ye bir kaç söz hazırladım...

6 Ekim 2008 Pazartesi

Allesport

Boobie'nin yazdığını asıl hikayesiyle yazayım:

"Allesport", Almanca "Alles"(Her zaman) ve "Sport"(Spor, tahmin edileceği üzere) kelimelerinin birleşimi olarak ilginç bir kelime olsun diye tarafımdan blog'un adı olarak bulunmuştur.(Hayır, telif hakkını almadım, ama iyi bir Spor barı ismi olabilir gelecek için)

Hikaye çok basit; ilkokuldan iki arkadaşım futbol ve basketbolla alakalıdır. Bir gün, bu konularla ilgili yazı yazmak istediklerini farkederler. SLAM ve Four Four Two'dan teklifler gelmediği için, benim daha önceden kurmuş olduğum bu blog'a yazar olarak katılırlar. Onlar sayesinde bende eksik bir özellik olan devamlılığımın artması(Zorla yazdırırlar) büyük ihtimal, yani bolca yazı okuyabileceksiniz. Detaylı geçmişimizi yazarım bir ara.

Boobie'nin yazdığıyla bitiriyorum yazıyı:
Bu genç 3 yazarın kendi kendine yapmaya çalıştığı ilk işlerinde yapacağı ihmalleri ve aksaklıkları hoş görmeniz dileğiyle.